17 Ağustos 2012

Bayram öncesi raporu

Japonya'dan döneli iki hafta oluyor anlatırım sanıyordum ama ipin ucu çoktan kaçtı.Tabiki çok güzel geçti.En çok da Disneyland'ı sevdim,bayıldım.Oraya giden bir çocuğun hayal gücü kim bilir ne kadar genişliyordur.
 Ama ben galiba yine kendimi tekrarlayip okuduklarımı yazacağım.Unutmaktan ölesiye korktuğum için bir de temmuz ayından itibaren okumam oldukça verimsizleştiği için.Japonya'ya giderken Zehra'nın aldığı "Yedi kapılı kırk oda" kitabı vardı yanımda her yere taşıdım onu.Ve ancak iki gün önce bitirebildim.Bu kitabında Mungan bilinen hikayelere ,efsanelere farklı yorumlar getirmiş.Mesela bir bölümün adı "Hamlet ile Hitler".Bunu okuyorum okuyorum bir yere varamıyorum hemen koştum D&R'a kaptım Shakespeare'in Hamlet'ini bir tutturmuşuz To be or not to be .Ben bazı eserleri okumaktan tırsarım o u okumak için yeterli olgunluğa erişmemiş olduğumu düşünürüm.Ama Hamlet'i elimden bırakamadım.Zaten olayı bol olan nadir eserlerdenmiş.Diğer yayınlar nasıldır bilmem ama Remzi Kitabevi nin gayet özenle hazırlanmış bir  çevirisiydi okuduğum.Bülent Bozkurt çevirisi önsöz de çok faydalıydı.Şimdi dört gözle bekliyorum Hamlet Oyununu Kemal Başar, Müşfik Kenter'in anısına sahneleyecek:((
Mungan yine yaptı yapacağını ufkumu yine açtı.Bu arada  ingilizce kitap okuyacağım sözümü biraz gevşettim ayda bir mutlaka ingilizce kitap okuyacağıma indirgedim.Ne kitapsız ne kedisiz:)
Dün de baktım kitaplığıma şöyle bir kitap olsa elimden bırakmadan okusam.Osho'nun Sır kitabi geldi elime ve gerçekten tam aradığım şeymiş.Hani biz hep şikayet ediyoruz ya evde bir sürü kitap var yine de alıyouz diye.Aslında o anki ruh halimizin o tarz bir şeye ihtiyaci oluyor ve zamani gelince de o ihtiyaç bu kitaplardan karşılanmış oluyor.Değişik biri bu Osho ama söyledikleri akla mantığa çok uygun.En önemlisi de şu anda bana iyi geldi.
Bu akşam daha doğrusu cumartesi sabahı Balıkesir'e doğru yola çıkıyoruz halamin yazliğina.Gitmeyi istemiyorum ama başka çare de yok gibi en azından doğanın tadını çıkarırim.Kaz Dağları bir tarafta deniz bir tarafta.Şimdiden iyi bayramlar ya da iyi tatiller:)

30 Temmuz 2012

Tokyo-Book Off

Nasıl anlatsam nereden başlasam bilemiyorum ama bir kitap aşığı olarak galiba ilk olarak yine tesadüfen bulduğumuz kitapçıdan başlayacağım anlatmaya.Cuma günü Tokyo merkez istasyonuna 3 durak mesafede bulunan hostelimize yerleştik ve nereye gidebileceğimizi sorduk.Onlarda gençlerin genelde Shibuya ya gittiğini söyleyince vurduk kendimizi Shibuya sokaklarına.Aynı bizim Beyoğlu:)Önce karnımızı doyuralım dedik ve girdik suşi yapan bir mekana.İstanbul'da Japon Kültür Merkezi'nin altındaki restaurantta yemiştim daha önce.Ama burada tabiki çeşit çok daha fazlaydı beğendiklerim de oldu ama wasabi denilen acı sos beni mahfediyor.Sevgilimse sanırsın anne sütü yerine suşiyle beslenmiş bir iştahla yiyiyor ki:))




Derken gezimize devam ettik mağazaları dolaştık ve 2. el kitap satan nam-ı diğer sahaf dükkanı bulduk ama baya büyük.Ve burada sevgilime kalp krizi geçirtecek kitaplar bulduk.Kendisini fantastik edebiyata adamış olduğundan bulduğumuz birinci basımTolkien ve Rowling kitaplarının hard cover versionları gözlerini yuvalarından fırlattı çünkü kitaplar hem kullanılmamış tazelikte hem de ucuzdu.



Bense çok önemli bir karar aldım burada bilmiyorum nereye kadar gider ama gitmesi şart.Elimdeki Murathan Mungan'ın "Yedi kapılı kırk oda"sı bittikten sonra türkçe kitap okumaya uzunca bir süre ara verip ingilizcemi geliştirebilmek için hep ingilizce kitap okuyacağım.Bu kararıma destek olmak amacıyla sevgilim hemen bana kitap seçtirdi.Tabi ingilizcem süper olmadığı için daha çok çocuk kitaplarıyla başlayacağım bu işe.Gerçi seçtiğim kitaplardan ikisi ne kadar çocuk kitabı gibi dursa da okumaya başladığım "Where the mountain meets the moon" gayet mistik havası olan bir kitap.Yazarı Grace LİN.




İkinci kitabım ise tam bir çocuk kitabı "Little House on the Prairie" emin olmamakla beraber eskilerde izlenen küçük ev dizisinin kitabı sanırım.










Üçüncü kitabım ise siz bloggerlardan tanıdığım ama daha önce hiç okumadığım Isabel Allende'nin "The house of the sprits" yani Ruhlar Evi filmi de varmış.Artık bakalım ne zaman okurum.
Bu arada kitapçıda en çok dikkatimi çeken şey saat gece 11 olmasına rağmen içerinin gayet dolu olmasıydı.Adamlar okuyor azizim:))Sevgiler...

26 Temmuz 2012

ve Nagoya!

Yeşilköy havalimanında Osaka'ya gideceğim uçağın gelişini bekliyorum.Sevgilime kavuşmak için. Ailemi geride bırakırken çok hüzünlendim.Ayrılıklara kinlendim bir kez daha.Tek tesellim beni orada heyecanla bekleyen sevgilim.Tek başına mc donaldstan hamburger alamayan ben şimdi dünyanın öbür ucuna uçuyorum..

Şimdi de uçağın içindeyim daha kalkmadı.Umarım yanımdaki kadın gelmez.Uçaklarda böyle bir ihtimal var mıdır derken bir kadın yaklaşıyor.Ohh no diyorum!

Kadın değil.Yanıma bir erkek geldi.Check -in yapan kadın kadın inş yanınıza yakışıklı bir erkek oturur demişti.Ama ben nişanlımı görmeye gidiyorum dedim gülerek:)E. da horozlanarak ben de görümcesiyim dedi  :)))Kadın mahcup oldu ama epey güldük:))  O zaman bi bakayım umarım kadındır dedi yanınızdaki çok merak ettim dedi ve yanıma kadın oturacağını söyledi.Ama yanıldı.Genç bir çocuk oturdu ilerleyen saatlerde bana abla diye hitap eden:)Saat kaç bilmiyorum herhalde uçağın kalkmasına 10 dakika falan var...

11 saatlik yolculuk bitmek üzere inişe geçiyoruz.Sevgilime kavuşacağım YUPPİ!!!

Yolculuk bitti 2 saat pasaport kontrolünde bekledim.Pasaporttan geçerken hiç problem yaşamadım.Valizimi açtılar ama.Ben içeride beklerken Bay G. dışarıda delirmiş tabi
Kapıdan çıktığımda ilk sevgilimi gördüm.Müthiş duygulu bir andı...

(not defterimden direk aktardım)

24 Temmuz 2012

Canımdan çok sevdiğim kardeşime:)

Biri var ki hayatımda ben dünyaya geldikten 4 sene sonra peşimden gelmiş anlatması çok güç şimdi insan istiyor ki duygulu bir yazı yazsın kardeşim şöyledir böyledir desin.Yok diyemem biz öyle süper anlaşan kız kardeşlerden değiliz ki.Biz naparız  işten eve gelir naber kardeş deriz iyidir deriz çekiliriz köşemize.Bol bol kıyafet kavgası ederiz ki dillere destan.Ama gel gör ki yaz gelsin kardeş halamın yanına yazlığa gitmek için yola çıkmaya hazırlansın.İşte o günü bizi alır bir hüzün...O sevgi anlatılmaz o koca kız sanki korumasız dünyanın tüm kötülüklerine karşı yalnız küçükken bile içimden dua ederdim allahım lütfen çok akıllı olsun kardeşim çok dayanıklı olsun kimse onu ezip üzemesin...O benim meleğim...Herşeyimizi hatta doğum günlerimizi bile paylaştığımız can yoldaşım .İnsanın böyle güzel böyle naif ve bir o kadar da güçlü bir kardeşinin olması herkese nasip olmaz bu güzelliğin ablası olduğum için çok şanslıyım.Dünyanın neresinde olursak olalım asla kaybetmeyeceğim öbür yarım seni çok seviyorummmm!!!

21 Temmuz 2012

Mutlu doğum haftam:)

Doğum günüm artık kendini aştı kutlamalar bir hafta öncesinden başladı bu sene.Geçen hafta Marmara Adasındaydık ailece.Cuma günü babalar,annem ve aşkımın kız kardeşi ile birlikte yola çıktık.Tekirdağ sonrası feribot ile adamıza gittik.Cuma akşamları bu feribot daha da özelleşiyor babalar feribotu deniyor çünkü cuma akşamları babalar ailelerinin yanına geliyor pazar akşamı da dönüyorlar.Ve öyle güzel bir seromoni oluyor ki Barış Manço'nun "el salla el salla " şarkısıyla yaklaşıyor kıyıya,havai fişekler fırlatılıyor.Kıyıda kadınlar ve çocuklar bekliyor heyecanla duygulanmamak elde değil.Aynı şekilde pazar günleri de hüzünlenmemek...Pazar günü babalar uğurladıktan sonra perşembeye kadar da anneler ve kızları olarak takıldık.Dönmeden bir gün önce de hiç haberim olmadan doğum günü yemeği sürprizi yapmış aşkımın annesi süper bir sofrada levrek ziyafeti çektik.Ve böylelikle doğum günü kutlamam erkenden başlamış oldu.

Bugün de güzel insan canım dostum Zehram beni ağlattı....Beş dakika kapıdan uğrayayım dedi.Bana iki tane Mungan kitabı almış ben harıl harıl yanıma hangi kitabı alacağımı düşünürken huzura kavuştum:)  Bir de bana duygu seli yaşatan notlar yazmış güzel bir karta.Malum Japonya 'da yaşamımın kısa da olsa ilk adımını atıyor olacağım pazar günü.Sarıldık ağlaştık.Dostlardan ayrılmak çok ama çok zor olacak...

Aşağıdaki şirinler de dedemle babaannem de onlara gideceğim yeri gösteriyorum:)


Yolculuk öncesi çok heyecanlıyım tam doğum günümde uçmaya başlayıp 13 saat sonra sevgilime kavuşacağım 23 temmuz'u seviyorum! Umarım her şey güzel olur...Sevgiyle...

05 Temmuz 2012

BİR FİLM BİR KİTAP

Henüz Ahmet Hamdi Tanpınar okuma olgunluğuna erişmemiş olduğumu fark ettim dün.Çünkü evdeyim o kadar çok vaktim var zorluyorum zorluyorum kendimi olmuyor.Bak kızım 100 sayfa devirmeden kalkmayacaksın bu koltuktan diyorum,kalkmıyorum evet hatta iyice serilip uykuya dalıyorum:)Baktım bu böyle olmayacak aradım Naciye'yi-sene başından beri aynı kitapları okuyoruz ve böylelikle daha bir disiplin içinde okumuş oluyoruz-.Durumu anlattım o da sevinçle karşıladı bu kitabı bırakma önerimi ve temmuz ayı için farklı kitaplar okumaya ama sayısının dört olmasına karar kıldık.Ben hemen sürükleyici olduğundan emin olduğum okuma zevkimi bana hemen geri verecek Agatha Christie'nin On Küçük Zenci kitabına.Ve dün gece başladım bu sabah bitti.Gayet başarılıydı.
BU KIZA BA-YIL-DIM!
Gelelim film mevzusuna herhalde herkes izlemiştir ama ben daha yeni izleme fırsatını yakalayabildim.On üzerinden on puan alan bir film benim için A Seperation .Filmi babamla beraber izlemeye başladık.Nader'in alzheimer babası gerçekten yürek burkucuydu ve insanın aklına ister istemez kendi büyükleri geliyor bundan olsa gerek babam ben izlemesem daha iyi diyerek filmi izlemeyi ilk on dakika içinde bıraktı.Ve ben gerisini gözümü ayırmadan bir kere bile durdurmadan izledim.Film de güzeldi oyunculuklar da.Nader ile Simin'in kızını yönetmen Asghar Farhadi'nin kendi kızı oynuyor.Farhadi'nin diğer filmlerini de izlerim bundan sonra.Çok etkilendim,dürüst kalabilmenin zorluklarından,günah baskısının insanın içine işlemiş olmasından...Ve oyuncular o kadar bizdendi ki bence doğu insanı ne kadar zengin olursa olsun gözlerinde hep hüzün var.Hele ki çocuklar ve yaşlılar...Bu arada İçimdeki Yangın filmini sevenler eminim bu filmi de çok severler.Bugünlük bu kadar:)


13 Nisan 2012

Bu haftanın özeti

Festival keyfimize nazar değdi maalesef bir çok biletimiz olmasına rağmen sevgilimin bu pazartesi Japonya'ya gidecek olmasından dolayı acayip yoğun bir hafta geçiriyoruz.Haftanın ilk günleri o tarafa bayram ziyaretleri bu tarafa allahaısmarladık ziyaretleri ile geçti.Diğer iki gün de G.in makale yazmasıyla.Bu akşama yine bir bayram ziyareti bizi bekliyor.Mesela yarın akşama da Şark Dişçi'sine biletimiz var ki o kadar zor bulduk gidip gidemeyeceğimiz hala meçhul:)Bu arada durmadım evde iki tane film izledim biri herkesin bildiği Amelie diğeri de Nesli Çölgeçen'in Denizden Gelen filmi hani sokaklarda görürüz saat,parfüm vs satan siyahi adamlar vardır yanından gelip geçeriz bu biraz onların hikayesi.Her film farkındalık yaratıyor bilmediğin bir dünyanın kapılarını aralıyor ya bayılıyorum o hisse.Bir de filmde oynayan küçük çocuk yerim seni,ye-rim!!!29.İstanbul Film Festival 'de gösterilmiş bu film bence oldukça başarılı.
Bugünlere kısa bir not düşmek istedim fırsat bulmuşken.Sevgiler...

06 Nisan 2012

Bir kutlama,İki film

Salı akşamı babamın doğum günüydü ailece toplandık ailemizin en yeni üyesi sevgilim de geldi:)Güzel bir akşam geçirdik.Çarşamba günü akşamı ise festival programımıza kaldığım yerden devam ettik.Beyoğlu Sinemasında Çingene (CIGAN) filmini izledik.Çek Cumhuriyeti'nde yaşayan bir grup çingenenin hayatını gösterirken olayları bir kişi üzerinden işliyor:Adam isimli bir genç.Filmin babasının ölümüyle başlıyor.Bu olaydan sonra verdiği hayat mücadelesini anlatıyor.Ama arka planda büyük bir ırkçılığı,ayrımcılığı gözler önüne sürüyor film.Film olarak beğendiğimi söyleyemem ama ötekileştirdiğimiz hayatları onların içinden görmenin öneminin büyük olduğuna inanıyorum o yüzden iyi ki izlemişim.

AZRAİLİ BEKLERKEN ÇİZGİ ROMANI
Perşembe günü ise sabah dershaneye gittim iki dersim vardı sonra benim soru çözüm günüm yani bütün gün dershanede olmam gerekiyordu ama çocuklar YGSden yeni çıktıkları için soruları falan yok tabi.Bu durumda da bana güzel,güneşli bir öğleden sonra kalıyordu.Aynı şekilde iş yerinden arkadaşım Ece içinde.Napsak dedik gidip denize nazır bir yerde kitap okuyalım dedik.Kavacık'tan Çengelköy'e geçtik.Önce yemek yedik Çengel'de.Sonra Çınaraltına geçtik bir çay söyledik.Ama o kadar gürültü vardı ki çayımız biter bitmez kalktık.Ve Yeniköy'e geçtik:)Küçük çapta bir İstanbul turu:)Ama Yeniköy'de aradığımız huzuru bulduk.Yeniköy Lokali mi derneği mi ne öyle bir yer o kadar güzel ki üç saat falan oturduk konuştuk okuduk.Gayet güzel oldu.Sonra da Kadıköy'e geçtim ben akşama film vardı.Yani turum bitmedi:)Akşam da Nilü,ben ve sevgilim çok güzel bir film izledik.'Azrail'i beklerken' işte bu film bu seneki festivalin benim izlediklerim arasında en iyisiyidi çok beğendim.Zaten Persepolis'in yönetmeninden.Çizgi romandan uyarlanmış film.İran'da keman sanatçısı olan Nasser'in hayatının sekiz gününü anlatıyor ama ne sekiz gün.Anlatıcı ise Azrail yani sekiz günün sonunda öleceğini söylemek spolier vermiş olmak demek değildir diye düşünüyorum çünkü bu çok açık.Zaten de önemli olan o sekiz günde neler olduğu,daha da evveliyatı hatta.Yani bulun izleyin derim ben çok keyif alacaksınız eminim.


AZRAİLİ BEKLERKEN in MUHTEŞEM AFİŞİ
Şimdi salıya kadar filmimiz yok Paskalya geliyor yoğun bir program bizi bekliyor.Salı gününden itibaren yine yazacağım inş.Sevgiler...

02 Nisan 2012

Film filmi çeker

Ben aslında bugün festivalde izlediğim filmleri yazacaktım ama eve geldiğimde babam,annem,babaannem ve anneannem oturmuş çay ve mısır patlağı eşliğinde "Çınar Ağacı" filmini izliyorlardı ilk yirmi dakikayı kaçırmıştım gerçi ama hemen kuruldum bende.Çok gördüm bu filmi bloglarda izlemeyen bir ben kalmıştım herhalde ama iyi ki de izlemişim çok güzelmiş hele ailenin çınarlarıyla beraber izlemek daha bir manidar oldu.Yönetmeni de Handan İpekçi imiş.Onun "Büyük Adam Küçük Aşk" filmini de çok sevmiştim.

Gelelim bugünkü festival filmlerine ilk film Rexx'teydi bir yol hikayesiydi.Filmin adı Akasyalar idi.Kamyon şoförü ile kamyonuna aldığı çocuklu bir kadınla yolda geçirdikleri kesiti anlatıyordu.Bence izleyen herkes Selvi Boylum Al Yazmalım'ı hatırlamıştır.Hee yanından geçemez ya işte kamyon kırmızı olunca yanına da kadın oturunca insan hatırlamadan edemiyor.Bu kadar sığ bir film yorumu da olamazdı herhalde ya neyse:)



bu klasik fotodan olmazsa olmazdı:)))
Sonra vapurumuza bindik Beşiktaş'a geçtik sevgilimle.Oradan da Taksim karnımızı doyurduk çayımızı içtik yarın babamın doğum günü ona hediye baktık falan.Zaten saat oldu 4.Film bu sefer Fitaş'taydı.Bu seferki sağlam filmdi.İsmi "Karanlıkta Kalanlar".Filmin başında oyuncu birkaç bir şey söyledi derken başladı.Nazi döneminde kanalizasyonda yaşamak zorunda kalan yahudileri anlatıyordu.Hristiyan kanalizasyon görevlisi ise onlara yardım ediyor.Dönem filmi yani.Filmin fotoğrafından Hayat Güzeldir 'e benzetmiştim ama daha farklı çıktı.Bu film gerçek bir hikayeden uyarlanmış."Yeşil süveterli kız"ın kitabından yani yaşadıklarından beyaz perdeye aktarılmış.İnsan göz


yaşlarını tutamıyor.İnsanlar çok vahşi diyemiyorum çünkü bazıları da insan sıfatını o kadar güzel özelliklerle dolduruyor ki genelleme yapamıyorum.Kısacası bu film görülmeli.Bugünün bilançosu ağır oldu bir günde üç film:))YGS de bitti bu arada yarından itibaren LYS konularını anlatmaya başlıyorum.Bu kadar keyiften sonra yarın işe adapte olmak zor olacak herkeste pazartesi sendromu olur biz dershanecilerde salı sendromu:)O yüzden benim için yeni hafta yarın başlıyor dolayısıyla herkese iyi haftalar:))

Festivalin ilk filmi

Festivalin açılışını daha bugün yapabildim.Akşam sevgilimle Taksim'de buluştuk,Ara Cafe'de kahvemizi içtik ve 21.30 da Fitaş'ta başlayacak olan filmimize doğru yollandık.Filmin adı Dipnot bir İsrail yapımı.Cannes 'da en iyi senaryo ödülünü almış böyle bakınca beklenti yüksek oluyor tabi.Film üniversitede araştırma görevlisi olan baba ve oğul arasındaki rekabeti anlatıyor.İkisi de aynı konu üzerinde çalışıyorlar ama oğul hep daha başarılı ama büyük ödülün babaya verileceği açıklanıyor derken olaylar gelişiyor.
Fakat ben çok sıkıldım ve hatta gözümü uykudan kapanmasına engel olmak için çok uğraştım.Allahtan filmin süresi uzun değildi yoksa döşeği serecektim oraya.Çıkışta da sevgilimin kuzeni aradı onun izlediği film çok güzelmiş Kafa Avcıları.Hava da buz gibiydi arabaya gidene kadar donduk.Maşallah nisan hemen yağmuruyla geldi.Yarın iki filmimiz var taze taze yazayım bunu dedim.Ben sanatsal şeyleri kolay çizmem ama buna gitmeyin derim...

30 Mart 2012

Karaduygun

Sema Kaygusuz :"Kim susabilir böyle bir anıyı" demiş Karaduygun'da ben de diyorum ki kim susabilir böyle bir kitabı böyle bir yazarı.Salı günü arkadaşımla buluşucaktım Kadıköy'de onun işten çıkmasını beklerken en sevdiğim iş olan kitapçı gezmelerini yapayım dedim.İnternette yeni kitabının çıkmış olduğunu görmüştüm ama almayı düşünmemiştim evde bekleyen onca kitap varken.Ama sonra şöyle düşündüm neden ilerde kütüphanemi miras bırakmayı hayal ettiğim çocuğum evde Karaduygun'un ilk baskısı var diye mutlu olmasın ki.Çünkü Sema Kaygusuz bu genç yaşında bu kadar başarılıyken daha sonraki yıllarda kim bilir daha neler neler yazacak.Tüm bunların ötesinde kitabımı aldım gittim Baylan'a okumaya başladım bazı yerleri o kadar soyut gibi dursa da bu kadar insana dokunan bir şey olamaz.
"Aynı denize baktığım için buluşabileceğim "birini Adak verdim.
Sana Musallat olana güldüm eğlendim,
 İki değişik lokma'nın ilki neredeyse boğazımda kaldı.
Karaduygun'un melankolik demek olduğunu öğrendim.
Hüzünlü ile kederli arasındaki ayrımlara bayıldım!
"Hüzünlülerin çoğunun utangaçlığı görgüden doğar,kederlilerinki ise eziklikten.Hüzünlüler lafı gediğine koyar,kederliler küfreder.Hüzünlülerin kahramanları vardır,kederliler birbirleri için kahramanlık ederler...
Bir de Hüzünlüler yaptıkları iyilikleri asla unutmazlar.Kederlilere gelince onlar daima iyilik gördükleri insanları anımsarlar.Şükran duygusunu o denli abartırlar ki can sıkıcı hale gelebilirler.İster istemez bu iki sınıfın hayalleri de değişik olur.Hüzünlülerin en büyük hayali içsel dengeyi ve huzuru yakalamaktır,kederliler huzuru budalalıktan sayıp dünyayı değiştirmek isterler.(syf 73-74)

ve daha neler neler bu kitap öylesine güzel olmuş ki...

Not:İtalik yazdığım yerler kitabın bölümleri

Bir ses böler geceyi

2010 yılında Beyoğlu'ndan almış olduğum bu kitabın filminin çıktığını duyunca okumak için tam sırasıdır dedim.Ve sanırım bir günde okuyup bitirdim.Kitap çoğunlukla alevilikle ilgiliydi.Yine bir ölüm vardı işin içinde ve birbirine teğet geçen iki ayrı hikaye.Benim kitaptan aktaracağım yerler unutmak istemediğim bölümler olacak.Bunlar hep kulaktan dolma bilgilerle bildiğim şeylerdi bazılarını ise hiç bilmiyordum.İşte onlardan bir kaçı:


"On İki İmam, Hz.Ali ve onun inancını sürdüren çocuklarıyla torunlarıdır.Hz.Ali öldürülünce,oğullarından Hz.Hasan kalleşçe zehirlendirildi,Hz. Hüseyin ise Kerbela'da şehit edildi.Ama onların çocukları ve torunları dedelerinin inançlarına sahip çıktı.İşin ilginci on bir imam ecel şerbetini içerek öteki dünyaya göçerken,On İkinci İmam Muhammed Mehdi ölmedi,bir gün kayıplara karışıp gitti.Onu bir daha ne gören ne duyan oldu.Bu öylesine bir kayboluş değildi oğul.Anlayana bir işaret çözene şifreydi:"Zulmün altındayken bile umudunuzu kaybetmeyin,zira vakit saat yetince gelip sizi kurtaracağım."demek istiyordu Muhammed Mehdi Efendimiz..."(Ümit,2010 syf:13)


Gelelim Melamilik kavramına hani deyişlerde geçer melanet hırkası hep duyardım ama ne olduğunu bilmezdim.Önce melanetin kelime anlamına bakarsak büyük kötülük,lanetlenecek iş demek TDK'ye göre.Açarsak Melamiler tasavvuf içinden tasavvufçulara karşı çıkan bir zümredir,tanrıya ulaşmak için zikrin değil fikrin rol oynadığına inanırlar."(Gölpınarlı,2004 syf:162)Yani klasik bir sofu gibi davranmak yerine halkın ayıpladığı şeyleri yapmaktan kaçınmazlar hatta bu hassasiyetlerin üzerine giderler ve kendilerine katılmak isteyenleri de bu yolla sınarlar.Mesela Elif Şafak'ın Aşk kitabında Şems'in Mevlana'yı meyhaneye çağırdığı kısım gibi.Melamet hırkası da bu kişilerin dışarıdan bakınca Allah yoluna adandıklarının anlaşılmaması için büründükleri varsayılan kıyafet.




İkrar:Tarikata yola girmek için verilen sözdür.
İkrar bend olmak:Alevi olmamasına karşın Hz.Ali ve On İki İmam sevgisini ,içinde duyan,söz vererek,içini dökerek Hacı Bektaş yoluna bağlanan kişi.


Bir de bildiğimiz ama çoğu zaman kendimizi dizginlemek konusunda başarısız olduğumuz bir kısmı aynen aktarıyorum:
"Lakin bilmek öyle kolay iş değildir kızanım.Bilmek için bıkıp usanmadan çalışmak,susuz kalmış bir çiçek suyu nasıl emerse öyle iştahla öğrenmek gerekir.Diyelim ki öğrendin,yine yetmez.Niye bildiğini ,niçin öğrendiğini de unutmaman gerekir.Bilgi,Hakk'ın bize sunduğu bu dünyayı ,canlıları korumak içindir.Eğer bunların tersine iş görürse yıkıcı olur.İnsan bilginin efendisidir,bilgi insanın değil.Öğrenmenin zararı olmaz derler,ama dikkat etmek lazım,amaçsız bilgi maymuna çevirir insanı.Birden bakmışsın farkına varmadan bilgiçlik taslamaya ,sağa sola tafra yapmaya başlamışsın.Oysa tafra atmak cahillerin harcıdır.Önce bilgi yükünü taşımayı öğrenmeli insan.Kolay iş sanma.Çünkü taştan daha ağırdır bilgi.Bu yükü taşımak sabır ister,metanet ister.Taşımayı bilmeyenler daha ilk engebeden kaldırır atarlar sırtlarındaki yükü.Taşımayı bilenler ise en dik yokuşlara bile tırmanırlar.Çünkü onlar taşıdıkları yükün bu dünyada insanlara,ahirette Allah'a lazım olduğunu bilirler.Zirveye ulaştıklarında ise tek kazançları kamil insan olmaktır."(Ümit,2010,syf:84)


Kaynakları karışık okudum ama şuralara baktım:
Gölpınarlı,A.(2004).Tasavvuf. İstanbul: Milenyum Yayınları
Ümit,A.(2010).Bir Ses Böler Geceyi. İstanbul:Doğan Kitap
http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=63936&page=3
http://www.derkenar.com/mavra/melamet-hirkasi/

26 Mart 2012

Son zamanlarda okuduklarım üzerine kısa notlar

Madam Bovary'nin üzerimde yarattığı karamsarlığın ardından Elif Şafak okudum.Araf isimli kitabını.Oh dedim özlemişim Şafak okumayı.Değişik değişik tipler,yaşamlar bir anda farklı ve yaşıma yakın kişilerin hayatını okumak çok iyi gelmişti.Aslında Emma gerçekliğinden kaçıyordum.Flaubert nasıl olmuştu da bundan tam 155 yıl önce bunları yazmış ve sanki dün yazılmış gibi güncelliğini koruyordu ve ne kadar da doğruydu.Ama doğru olmak mutlu olmak demek değildi her zamanki gibi.O yüzden Araf ile kafa dağıtmak iyi gelmişti.Ömer,Abed ve Piyu herhalde en az Piyu'yu sevdim.Alegra'yı bir türlü sevemediği için.Debra'yı sevmedim kendini beğenmiş bulduğum için.En çok Zarpandit'i sevdim o kendini hiç sevmese bile.Elif Şafak'ı da bir kez daha sevdim bu kadar donanımlı olduğu için ama Araf iyi bir romandı diyemem kendi adıma.Karakterler evlere şenlikti özellikle Abed'in annesi Zehra Teyze ama kurgu daha güzel olabilirdi yine de iyi ki varsın Elif Şafak entel camia seni yerin dibine vursa da...
Gelelim Yeraltından Notlar'a...Bu yükte hafif pahada ağır bir kitap tabi ki.Ustalık ayrı bir şey gerçekten.O kadar basit bir dille neler neler anlatmış yine Dostoyevski.Önce bilimselliği akılcılığı yerden yere vurmuş iki kere ikinin beş etmesi ümidi ile.Sonra çıkarcılıktan,kötülükten dem vurmuş..İkinci bölümde ise bu fikirlerini hikayeleştirir ki zaten burası akar gider.Ben kitaplarımın altını çizerek okuyan biriyimdir.Bu kitapta pek bir yer çizemedim aksi takdirde bütün kitap fosforlanacaktı.Bir kaç alıntı yapacağım yine de buraya iyice beynime kazınsınlar diye.İşte onlardan bazıları:

".....evet, insanın tek yaptıgı sey , iki kere ikilerin peşine düşmek, okyanusları asmak, bu ugurda seve seve yasamını vermektir; ama öbür yandan aradıgını bulacagı için de ödü patlar. çünkü bulursa arayacak başka bir seyi kalmayacagını hissetmektedir. işçiler işlerini bitirince para alırlar; daha sonra da gidecekleri bir meyhane, düşecekleri bir karakol cıkar nasıl olsa. işte size bir haftalık iş güç. peki ama biz nerelere gideriz? onun için hedefe her varışta bir tedirginlik duyulur. insanoğlu amacına dogru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil. çok gülünç bir durum dogrusu. insanın yaratılıştan gülünç bir varlık olmasındandır bütün terslik zaten. iki kere iki dört çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız küstahlıktır. iki kere iki dört, ellerini bögrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükrük sacan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir." 


"(...)diyelim, gerçekten günün birinde bütün istek ve kaprislerimizin formülü bulunuverse; daha doğrusu isteklerimizin neye bağlı olduğu, hangi yasalara göre oluştuğu, nasıl değiştiği, değişik durumlarda ne gibi yönler aldığı üstüne kesin matematik formülleri ortaya çıkarılsa... o zaman, işte o zaman insanlar belki de isteklerinden vazgeçecekler, hem de yüzde yüz vazgeçeceklerdir. çizelgeye bakarak istemenin ne tadı kalır?" 


"(...) kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? evet, hangisi daha iyi?" 


baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık."(...)değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilinci her türlüsü hastalıktır."


"Eskiden hak uğruna kan dökülür, istendiği kadar insan iç huzuruyla öldürülürdü; çağımızda kan dökmeyi iğrenç bir davranış saydığımız halde yine de bu iğrenç işle uğraşmaktayız, hem de eskisinden daha çok. hangisinin daha kötü olduğuna barın kendiniz karar verin."

21 Mart 2012

Dünya Şiir Günü

Her ne kadar en sevdiğim şair Cemal Süreya olsa da Özdemir Asaf da peşisıra gelir.Madem ki bugün Dünya Şiir Günü o halde bugün bu çok sevdiğim şiirini paylaşma günüdür Asaf'ın.Sabahattin Eyuboğlu da severmiş bu şiiri.

                                 ONARMAK ZORDUR

                                 Şarkılar değil de 
                                 Hep kulaklar bitiyor,
                                 Onarmak zordur.

                                 Bir yürek üşümüş
                                 Kapamış kapılarını,
                                 Onarmak zordur.

                                 Bir şey yitirilmiş,
                                 Hiç eskimeyecektir,
                                 Onarmak zordur.

                                 İnsanın içine düşen korku
                                 Özgürlüğünden olmuştur,
                                 Onarmak zordur.

                                 Ölümü düşünmek yenilmek,
                                 Sevmek ölümü yenmektir.
                                 Onarmak zordur.

13 Mart 2012

Neşeli Günler

Jean Dujardin
Epeydir yazamıyordum çünkü şubat ayında sevgilim yoktu günler gri geçiyordu.Sonra da O geldi tatlı yoğunluklarla geçiyor.Artist filmi çok konuşuldu yazıldı ama ben burada O orada ikimizin de yüreği başkasıyla gitmeye elvermediği için filmi daha bugün izleyebildik haliyle çoğu sinemadan kaldırılmıştı.Maçka G-mall 'da bulabildik.Filmin endüstrisindeki değişimi çok etkili bir biçimde anlatıyor bence.Senaryo biraz Türk filmlerine benzemiş de olsa izlettirdi kendini.Ne yalan söyleyeyim Jean Dujardin'i ilk kez bu filmle tanıdım kesinlikle ve çok beğendim.1972 doğumlu olmasına ayrıca şaşırdım.Berenice Bejo ise pek hoşuma gitmedi.Müzikler çok güzeldi ve sanırım en çok köpeğe bayıldım!



Gelelim geçen hafta cuma günü gittiğim oyuna ismi Buluşma Yeri Duşan Kovaçeviç'in.Nilüfer ile birlikte gittik.Daha önce aynı yazarın İntiharın Genel Provası oyununa gitmiştim ama bu kadar keyif almamıştım.Bir de Profesyonel var ki hala bilet bulamadığım.Bu oyuna gelirsek şayet bu dünya ile öbür dünya arasında geçen  bir oyun diyebilirim en kısa haliyle.Biraz açarsak Profesör hasta yatağında ve ölmek üzeredir.Kızı Sonya eşiyle yurtdışı tatilinde oğlu İvan ise babasından kalacak miras derdindedir derken baba ölür diyelim ve burada bırakalım sözü oyunu çeviren Bilge EMİN'e : "Ardında iz bırakanlar ,aramızdan ayrılmaz.Yaşayanlar ve ölüler arasındaki ilişki görecelidir.Bizim için değerli olanlar ,öldükten sonra da bizimle birliktedirler.Bu insan olmanın vazgeçilmezidir.Son elli yıldır aramızdan ayrılan o güzel insanlar ,o güzel atlara binip gittiler.Hayatı ve ölümü anlamlı kıldılar."




Bir de festival başlıyor çok heyecanlı ve mutluyuz.Sevgilim martın sonunda tekrar Japonya'ya dönecek diye biliyorduk, nisan sonunda döneceğinin haberini "Aşkım festivalde beraberiz"diye verdi.Pazartesi günü ritüelimizi yerine getirdik kitapçığı alıp Mephistonun yolunu tuttuk.Cumartesi kuyruk yolları gözüktü  bize:)

27 Şubat 2012

Amak-ı Hayal

Şehbenderzade'nin bütün felsefi fikirlerini özetlediği eseri, "Amak-ı Hayal" adlı felsefe romanıdır. Bu eser de materyalist görüşe karşı kaleme alınmış bir eserdir. Bütün eser boyunca ruh ve kainatın sırrı, yaratılışı gayesi araştırılarak maddeci görüşün sığlığı ve insanı saadete ulaştırmakta yetersiz kaldığı ortaya konur. Buna göre kainatta olan birini anlamak ve hadiseleri doğru değerlendirmek için "Vahdet-i Vücud" fikrinin iyi bilinmesi lazımdır. Bu yüzden birçok defa basılan eser, tasavvufa meraklı olanlarca çok okunmuştur. Kitap yazarın, muhayile zenginliği yanında tasavvuf ve felsefedeki vukufunu ve bunu ifade etmedeki kabiliyetini de ortaya koymakta, bir takım teşhisler ve ruhi hallerle tasavvufun, evliyanın, enbiyanın sırları ve çeşitli halleri hayaller içinde anlatılmaktadır. Yazarın bütün fikirleri "Raci'nin Hatıraları" ve "Manisa Tımarhanesi" adlı iki başlık altında ve çoğunlukla birbiriyle organik bağları bulunmayan çeşitli bölümler halinde ifade edilmiştir.
Eserin iki kahramanından biri Raci, diğeri hakikati bulmakta ona yol gösteren Aynalı Dede isimli meczuptur. Raci, dindar bir anne tarafından iyi yetiştirilmiş, inancı kuvvetli bir gençtir. İyi bir tahsil görmüş, maddi ve manevi ilimleri öğrenmiştir. Mektebi bitirince bilgisini daha da artırmak için çeşitli kitapları incelemeye başlamış fakat bir müddet sonra elde ettiği bir yığın bilgiye rağmen kendini şüphe ve sürekli bir huzursuzluk içinde bulmuştur. Küfür ile imanı, inkar ile ikrarı, tasdik ile şüpheyi aynı anda yaşadığı inancındadır. Bu ikilikten ve diğer şüphelerden kurtulmak için, maddi ve manevi ilimlerde ilerlemiş alimlerle görüşür, ispritizma ve manyetizma cemiyetlerine girip çıkar, ancak derdine çare bulamaz. Günün birinde, şehrin mezarlığındaki kulübede yaşayan, ney üfleyip gazeller söyleyen Aynalı Dede ile karşılaşır. Raci ruh ve madde alemi hakkındaki şüphelerinden kurtulmak için meselelerini bu meczuba anlatarak yardım ister.Onunla her gün görüşür.Yapılan her görüşmede hayalin derinliklerine doğru çıkılan bir yolculuk eserde bölümler halinde yer alır ve her bölümde Raci'nin bir şüphesi yokolur. Bu manevi yolculuğu anlatan bölümler sırasıyla şunlardır:  

Birinci Gün "Zirve-i Hiçi" (hiçlik zirvesi). Raci birinci gün Nirvana'ya ulaşmak için kendisini Buddha'nın sarayında bulur fakat arzularını yok edemediği için bu zirveye ulaşamaz ve geri döndürülür. İkinci gün, Ey ateş! Zulmetleri aydınlat, diyen Zerdüşt'ün diyarına ulaşır. Zerdüşt'ün sarayında Ehrimen'le Hürmüz'ün mücadelesini seyrederek yeryüzünden kötülüğün kaldırılamayacağını anlar. Üçüncü gün "Devr-i Daim" şehrine giderek herşeyin başladığı yere döneceğini öğrenir. Dördüncü gün "Meydan-ı İmtihan, Mecma-ı Arifan". Arifler arasında yapılan bir imtihan vesilesiyle insanların hakikatı görmelerinin ne kadar zor olduğunu anlar. Beşinci Gün "Saha-i Azamet". Anka kuşu ile binlerce alem arasında bir yıl süren bir seyahatten sonra, bu sonsuz alemlerin Allah'ın yüceliği karşısında bir hiç olduğunu anlar. Altıncı gün "Kaf-u Anka". Kainatta olup bitenleri anlamak maksadıyla sorulan "Bu kervan nereye gidiyor?" sorusunun cevabının "bütün mevcudatın eşsiz, sırra, aşk nuruna doğru, bu seyran ve bu devranın ezeli ve ebedi olduğunu" anlar. Yedinci gün "Umman-ı Azamet ve Girdab-ı Kibriya". İlahi ilim karşısında insanın sahip olduğu ilmin bir nokta kadar olduğunu, hakiki ilmin ise Hakk'ı birlemekten ibaret olduğunu anlar. Sekizinci gün "Muamma-yı Ebedi". Ruhun hakikatinin yoklukla varlığın tek şey olduğunun anlamadan bilinmeyeceğini, bunu ise ilimde derece sahibi olanlardan başkasının idrak edemeyeceği gerçeğini anlar. Dokuzuncu gün "Mahfel-i Azam". Büyük peygamberlerle alimlerin toplandığı bir mecliste hakiki saadetin ne olduğunu soran insanlığa, meclistekilerin hepsi kendi düşüncesine göre cevap verirse de hakiki saadetin ancak Peygamberimizin eliyle kainata dağıtıldığı hakikatini anlar. Bu mancut seyahatler- den sonra artık her şey yeni manalar kazanır. Sonunda Raci yokluk ile varlığın aynı şeyler olduğunu öğrenir. Sohbetlerin ardından Aynalı Dede de kaybolur.

"Manisa Tımarhanesi" adlı ikinci bölümde ise mürşidinin arkasından Anadolu'yu gezen Raci'nin aklını kaybetmesi ve tımarhanede geçirdiği günler anlatılmaktadır. Nitekim Aynalı Dede de buradadır, ölürken Kur'an-ı Kerim ve kahve takımından ibaret olan servetini de Raci'ye bırakmıştır. Tımarhaneden arkadaşı Sami'ye yazdığı mektuplarda olgunlaştığı, meselelerini hallettiği ve sakin bir ruh haleti içine girdiği anlaşılan Raci, bir müddet sonra kendisini başvurulan bir mürşid haline gelmiştir.

Önemli Not:Bu yazının tamamını şu adresten alıntıladım: http://www.belgeler.com/blg/2j0j/filibeli-ahmed-hilmi

17 Şubat 2012

İzlediğim oyunlar

Bu sezon birbirinden güzel oyunlar izledim mutlaka not düşmeliyim.Geriden başlarsak anlatmaya.Devlet tiyatrosunda izlediğim Birdy'den sonra ikinci oyun da yine devlet tiyatrosundaydı.Beykoz Ahmet Mithat Efendi Tiyatrosu.İlk kez gittim o sahneye Beykoz diye geçiyor ama Anadolu Hisarı'na yakın.Dershaneden arkadaşım ve öğrencim Elif ile gittik.


Oyunun adı: "Sezuan'ın İyi İnsanı"
Yazarı: Bertolt Brecht


Konusu:Tanrı üç tane yardımcısını dünyaya gönderir.Görevleri iyi bir insan bulabilmektir eğer bulurlarsa dünya dönmeye devam edecektir.Görevliler önce sucu ile karşılaşırlar kendilerine kalacak bir yer arıyorlardır.Sucu mahalledeki herkese sorar kimse görevlileri evine misafir kabul etmez.Bir tek hayat kadını olan Shente onları fakirhanesine kabul eder ve olaylar gelişir.
Biraz da Brecht'in epik tiyatro kavramından bahsetmek istiyorum.Marksizim-Leninizm etkisiyle oluşturduğu izleyiciler izlediklerinin bir kurmaca olduğunu hatırlamasını sağlayan bir tiyatro anlayışıdır.
Gestus kavramı ise oyuncunun rolüne sınıfsal yaklaşımıdır.
Katharsis ise anladığım kadarıyla hani oyuncularla çok özdeşleşmiş hissedip acıklı bir sahnede ağlıyoruz,büyük bir empati kuruyoruz.İşte benim katharsis ten anladığım:)Brecht de buna karşı.


İkinci gittiğim oyun evimin köşesinde Üsküdar 
Müsahipzade Celal Sahnesi çocukluğum burada geçti desem yalan olmaz.Allahtan o zamandan beri saklama huyum varmış 97 yılının tiyatro programları falan duruyor elimde bence büyük hatıra.Gelelim gittiğim oyuna
Oyunun adı:Otobüs
Yazarı: Stanislav Stratiev
Konusu: Sahnede bir otobüs var ve her sınıftan bir yolcusu var.Herkes sınıfına ait özellikler sergiliyor.Tüm oyun boyunca bir tek şoför konuşmuyor.Ve otobüs O nereye isterse oraya gidiyor.Anladığım kadarıyla o iktidarı temsil ediyor ve yolcuların iktidarın karşısındaki tavırlarını gözler önüne seriyor.Ben sahneye bayıldım.Arkadan hem ülkemize hem dünyaya ait önemli siyasi olaylara ait fotolar sürekli olarak yansıtılıyor.Çok başarılı buldum bu yöntemi.


Üçüncü oyun ise yine Üsküdar'da dershaneden arkadaşımla izlediğimiz bir oyundu.
Oyun adı:Rosenbergler Ölmemeli
Yazarı: Alain Decaux 
Konusu:Mc Carthy döneminde, komünistlere karşı cadı avı tüm ülkeyi sardığında atom bombasının sırlarını Rusya'ya vermekle suçlanan Ethel ve Julius çiftinin 1953 yılında idam edilmesini konu alan oyun.Sahneyi dörde bölerek hem Rosenberg'lerin evini hem mahkemeyi hem de hücreleri sergiliyorlardı.Bu oyun hakkında çok köşe yazısı çıktı çok tartışıldı.Rosenbergler ölmeli miydi ölmemeli miydi?Halbuki Ethel'in suçsuzluğu yıllar sonra ispatlanmış olmasına rağmen hala vicdansız söylemlerde bulunan bazı köşe yazarlarını anlamıyorum.

Oyun adı: Sevgili Doktor
Yazarı: Anton Çehov
Konusu:Oyun farklı konularda sekiz oyundan oluşuyordu.İlk perdede 
AKSIRIK:Generalinin ensesine hapşıran bir memurun ölümünü anlatıyor.
MÜREBBİYE:Hakkını arayamayan mürebbiyeye işvereninin küçük oyunu
CERRAH:Asıl diş hekimi o gün muayenesinde yoktur yerine hevesli tıp öğrencisi bakmaktadır ve papazın dişi ağrımaktadır.
OYUNCULUK:Seçmelere gelen taşralı kızı anlatıyor.(Burada Meriç Benlioğlu'na bayıldım.)
BOĞULAN ADAM:Para karşılığında kendini denize atıp boğulma numarasını yaparak para kazanan adamın hikayesini anlatıyor.
İKİNCİ PERDEDE
BAŞTAN ÇIKARMA:Evli kadınları baştan çıkaran bir çapkının öyküsü
BİÇARE KADIN:Para sıkıntısı çeken hafiften sıyrık kadının banka memurunu delirtmesini anlatıyor.Funda POSTACI mükemmel bir oyuncu
UZLAŞMA:Bunu hatırlamıyorum sanırım anlatıcı olayı bağlıyordu çok fena da yanılıyor da olabilirim.Bu arada anlatıcı Taner BARLAS aynı zamanda da oyunun yönetmeni.


Son olarak tiyatro benim için her zaman sinemadan önce gelir.Tiyatro candır!!!

14 Şubat 2012

Dünya Öykü Günü

Genelde aldığım kitaplara adımı,aldığım yeri ve tarihi yazarım ama nedense Yekta Kopan'ın "Bir de baktım yoksun" adlı öykü kitabına bu notları düşmemişim.Ama kitabın ilk öyküsü olan Sarmaşık'ı nerede okuduğumu çok net hatırlıyorum.Anneannem Galata'da göz ameliyatı olacaktı.Ben de bir önceki gece Nilüfer'in Erenköy'deki evinde kalmıştım.Sabah erkenden çiftkatlı otobüse binip Taksim'e doğru yol almıştım,otobüsteki neredeyse herkes işe gidiyordu,her gün aynı koltuklarda aynı saatlerde uyuyor olmalarından belliydi.İşte herkes uyurken ben de o güzel hikayeyi okumuştum.
İkinci hikayeyi ise neredeyse bir sene sonra geçenlerde okudum Portobello 22'yi.Ve bugün dünya öykü gününde "Kırmızı" adlı öyküsünü okudum.Seviyorum Yekta Kopan'ın tarzını.Onun ayrıntıları betimleyişini...

Bana yeni kapılar açan kimseleri seviyorum.Edward Hopper'dan bahsediyordu bu öyküde.Ve ben Kompartıman adlı tabloya bayıldım.14 Şubat Dünya Öykü gününde bu güzel öyküyü okumak bana çok iyi geldi.Ve kütüphanemde ne kadar az öykü kitabım olduğunu görünce üzüldüm.
Tabi 14 Şubat ın başka güzel anlamları da var ta Japonya'larda olmasına rağmen güllerimi ihmal etmeyen güzel insan canım sevgilim var mesela:)Gerçekten sevip sevilmek bu dünyada herkesin doyasıya yaşamasını istediğim bir duygu...Sevgilerimle...

30 Ocak 2012

Uyku İstasyonu


Üniversiteye hazırlanan öğrencilerle çalışmak çok zevkli.Mesleğe başlamam ortaokul öğrencileri ile olmuştu.O zaman ÖSS tecrübesi olan bazı öğretmen arkadaşlar ÖSS öğrencisinin yeri ayrıdır derdi de anlam veremezdim.Ama gerçekten de öyleymiş.Konuştuğunun boşa gitmediği,onlardan da bir şeyler öğrendiğin meraklı ve sorgulayıcı bir kitle bu grup.İşte bunlardan biri birikimiyle,bakışlarıyla ne istediğini bilen kendinden emin tavrıyla benim gözümde diğerlerinden ayrılan:Elif.Konuşmalarımızdan onun da benim gibi öğrenme peşinde koşan hali bizi ortak paylaşımlarımızı arttırmaya sevk etti.Kendisi Nazlı Eray'ın biyografisini okuyormuş.Ben de Nazlı Eray'ı çok duymuş olsam da daha önce hiç okumamıştım.Bunu duyan Elif bana hemen Eray'ın Uyku İstasyonu isimli kitabını almış.Ben bildiğiniz üzere Suç ve Ceza'yı okuyordum o ara bitince hemen bu kitaba başladım.Kitabın başlarında çok sıkılacağımı düşündüm.Bitkisel hayatta olan annesini anlatıyordu ilerledikçe de hayal kahramanları devreye girdi eyvah dedim hiç de sevmem böyle gerçeküstü olayları derken baktım ki kitabın ortalarında ben de istedim Yıldız Tozu Oteli'ne gidip uyumayı,Ömer'in bahçesinde beden değiştirmeyi,geçmiş aşklardan yeni baştan yaşanmasını istenen bölümleri bir kez daha yaşamak,merak edilen tüm sırları öğrenip sonra unutmayı ...Sonuç olarak bir de baktım almış götürmüş beni bu güzel kitap.Nazlı Eray'ı tanımam için güzel bir başlangıç oldu.Teşekkürler Elif şimdilik burayı bilmesen de....

27 Ocak 2012

Rodya ve Sonya



Raskolnikov ben de senin gibi kabuğuna çekilmiş vaziyetteydim seni okumaya başladığımda senin gibi uzun süredir değil belki ama bir süredir diyelim.Bir sürü şey geçti başından,hayatına insanlar girdi hepsi izler bıraktı hepsi düşündürttü seni.Kimileri üzdü kimileri öfkelendirdi.Sen de pek çoğunu üzüp öfkelendirdin.Tabi herkes gibi sen de seni en çok sevenleri üzdün.Bir de buna üzüldün sevdiklerini üzdüğünü bilip kendine engel olamayıp bir de bunun dayanılmaz pişmanlığını yaşayanlar gibi.Hayatla alıp veremediğin vardı çoğumuz gibi "Yalnızca ölümden korktuğu için yaşayabilir mi bir insan?" diye sordun ve evet sudan korktuğun için (!) atlamadın senden sonra görmeyi çok merak ettiğim Neva Nehrine...İyi ki de atlamadın Soneçka'mızı bırakmadın ve onun inançlarını kendi inançların yaptın...Oralarda bir yerlerde mutlu olduğunuzu bilmek de bana yetiyor artık Sevgili Rodya ve Sonya...

16 Ocak 2012

Hayran olduğum adamın hayranı olduğu kadın

Şu hayata Tomris Uyar olarak gelmek vardı ya neyse...Bu yazıda Tomris Uyar 'ın Yüzleşmeler kitabından çok sevdiğim bir bölümünü paylaşmak istiyorum.Şimdi olaya bakın :


"1980 başlarında bir yaz akşamı,Füsun Akatlı,Nimet Tuna ve Tomris Uyar, o dönemin gözde uğrağı Şadırvan'da buluşmuş,denizin tadını çıkarıyorlar.Konu bir ara aşka,sonra aşksızlığa,en sonunda da 'aşkk olunabilecek bir erkeğin özellikleri'ne geliyor ve bir oyuna dönüşüyor.Nesnel davranmakta kararlı olduklarından masalarına gelen Edip Cansever ve Turgut Uyar'ın da (bu arada masaya gelenlere bak!!!!) görüşlerini de alıyorlar.(Sonraları Ferit Edgü,Mürşit Balabanlılar,Aydın Emeç gibi 'güvenilir' erkek dostlara da başvurulacak.)
Böyle önemli bir konunun koşul-sıralamasında ilk maddeyi fiziksel görünüşün ya da zekanın değil de giyimin tutması oldukça tuhaf ama ne yapalım?

1-Adam,(o dönemin gözde terliği) tokyo giymeyecek.Belki de böylelikle onun evde pijamayla dolaşmaması güvenceye alınıyor.Şort yasak değilmiş.Yatarken çorap giymesinmiş.
2-Ama kes giyip jogginge çıkması,pazar günlerini doğa budalalığı ile geçirmesi-sizi de yürüyüşe zorluyorsa-yasak.
3-Pamuklu,keten,yün gibi doğal elyaf giyecek.Naylon ve parlak kumaşlar kesinlikle yasaktır.(Ferit Edgü'nün önemli katkısı:fanila giymeyebilir.Turgut Uyar'ınki :ama don giysin)
4-Herkes adamın haftada en az bir kere yıkanmasına razıyken Ferit ,her gün yıkanmasında diretiyor.
5-Kesinlikle uykucu biri olmasın ama uykusuzluğundan da yakınmasın.Uykusuz gecelerini paylaşılan bir şölene dönüştürebilsin.
6-Alkolik olabilir de sarhoş olmasın.(Ferit'in katkısı düşebilir ama çelme takmasın)
7-Uyuşturucu kullanmasına izin var mı? Mürşit'e göre,"ikinci kişiliği gündeme gelmiyorsa kullanabilir."Turgut'a göre, "Hem içki hem uyuşturucu olmaz!"Galiba ,izin pek yok.
8-Tv'de makul miktarda maç seyredebilir ama yorum yapmadan sessizce.Boks ve güreş sevmesin.Turgut,'buz patenini' de eklemiş.
9-Tatil günlerini eşya onarmakla geçirmesin.Elektrik sigortası attığında ,musluğun contası yenileneceğinde hemen işe sıvanmasın.Bir usta ayarlayacak kadar bilgli olsun(Ferit).Cereyana kapılmayacak ya da evi havuza çevirmeyecek kadar zeki olsun yeter.(Turgut)
10-Ya yüzmeyi ya dans etmeyi iyi bilsin ya da herhangi bir sporu iyi yapsın.
11-Haftada en az bir kitap okusun.Mürşit:Red Kit ile Asteriks'ten haberli olsun.Turgut :Pardayyanlar ile Arsen Lüpen'den de.Ferit:Şu altı yazardan birini iyice okumuş olsun -Kafka,Shakespeare,Balzac,Sait Faik,Sartre ve F.S.Fitzgerald ya da Hemingway ama İhtiyar Adam ve Deniz sayılmaz.Edip :Şiir de okusun...

diye devam eden 20 maddelik bu listeyi burada bitiriyorum kitapta da 20 maddenin sonunda okurlar listeyi uzatabilir diyor aynı fikirdeyim.11.madde de çok eksiklerim var ben şimdi onları tamamlamaya gidiyorum.Herkese çok güzel bir hafta diliyorum...Bir de 2012 'nin çok güzel gittiğini belirtmek istiyorum Bay G. ile sözlendiğimizi sizinle de paylaşıyorum:)

10 Ocak 2012

Benim Büyük Şairim



Sen benim en sevdiğim şairsin!Sevgilimin buluşmamızın sonunda kulağıma dizelerini fısıldadığı tek şairsin!Yüzünde dedemi gördüğüm,dedem gibi gözlerini yakın hissettiğimsin!Sen bedenen yanımızda olmasan da bizden birisin!İyi ki yaşamışsın dolu dolu yazmışsın sonra...Birbirinden ayıramam güzellikte şiirlerinin hiçbirini ama en sevdiğim var elbette benim işte o da aşağıdadır
                               

 AŞK

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git 
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin 
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık 
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı 
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü 
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti 
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz 
Sanki hiç olmamıştı


Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı 
                                                            İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
                                                            dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra 
Sonrası iyilik güzellik.

02 Ocak 2012

Yeni yılın ilk yazısı

Benim için yılın ilk günü budur.Çünkü odamı derleyip toplarken geçen yıllardan kalan tortuları da temizlerim ben ve bunu yaptıkça yenilenirim.Bugün önce kahvaltımı yaptım sonra dolaplarımı düzenledim.Ve sıra en keyifli işe kitaplığımı düzenlemeye geldi.Kitaplığımdaki karmaşadan kurtulabilmek için tek sıra halinde bıraktım kitaplarımı onun dışında hepsini kolileyip kaldırdım çok da ayrım yapmadım kaldırırken vedalaşması zor olmasın diye.Daha önce dizili olanları yerinde bıraktım önündekileri,üstündekileri kaldırdım.Kalanları da sırayla okumaya söz verdim kendime.Tabi asla yeni kitap almama şartıyla.En sonunda şöyle bir görüntü çıktı ortaya.

Geçenlerde iş yerinden öğretmen arkadaşlarla konuşurken evde okunmayı bekleyen klasiklerden söz açıldı.Ve dört arkadaş Suç ve Ceza ile bu güzel projeye girişelim dedik.Hem de 2012 de okuyacağım ilk kitabı şansa getirmemiş olurum diye düşündüm.Şimdilik bu kadar kısa da olsa bugüne not düşmek istedim.Bir de kitaplığımı düzenlerken hep bunu dinledim.Mutluluk verici tavsiye ederim.