30 Mart 2012

Karaduygun

Sema Kaygusuz :"Kim susabilir böyle bir anıyı" demiş Karaduygun'da ben de diyorum ki kim susabilir böyle bir kitabı böyle bir yazarı.Salı günü arkadaşımla buluşucaktım Kadıköy'de onun işten çıkmasını beklerken en sevdiğim iş olan kitapçı gezmelerini yapayım dedim.İnternette yeni kitabının çıkmış olduğunu görmüştüm ama almayı düşünmemiştim evde bekleyen onca kitap varken.Ama sonra şöyle düşündüm neden ilerde kütüphanemi miras bırakmayı hayal ettiğim çocuğum evde Karaduygun'un ilk baskısı var diye mutlu olmasın ki.Çünkü Sema Kaygusuz bu genç yaşında bu kadar başarılıyken daha sonraki yıllarda kim bilir daha neler neler yazacak.Tüm bunların ötesinde kitabımı aldım gittim Baylan'a okumaya başladım bazı yerleri o kadar soyut gibi dursa da bu kadar insana dokunan bir şey olamaz.
"Aynı denize baktığım için buluşabileceğim "birini Adak verdim.
Sana Musallat olana güldüm eğlendim,
 İki değişik lokma'nın ilki neredeyse boğazımda kaldı.
Karaduygun'un melankolik demek olduğunu öğrendim.
Hüzünlü ile kederli arasındaki ayrımlara bayıldım!
"Hüzünlülerin çoğunun utangaçlığı görgüden doğar,kederlilerinki ise eziklikten.Hüzünlüler lafı gediğine koyar,kederliler küfreder.Hüzünlülerin kahramanları vardır,kederliler birbirleri için kahramanlık ederler...
Bir de Hüzünlüler yaptıkları iyilikleri asla unutmazlar.Kederlilere gelince onlar daima iyilik gördükleri insanları anımsarlar.Şükran duygusunu o denli abartırlar ki can sıkıcı hale gelebilirler.İster istemez bu iki sınıfın hayalleri de değişik olur.Hüzünlülerin en büyük hayali içsel dengeyi ve huzuru yakalamaktır,kederliler huzuru budalalıktan sayıp dünyayı değiştirmek isterler.(syf 73-74)

ve daha neler neler bu kitap öylesine güzel olmuş ki...

Not:İtalik yazdığım yerler kitabın bölümleri

Bir ses böler geceyi

2010 yılında Beyoğlu'ndan almış olduğum bu kitabın filminin çıktığını duyunca okumak için tam sırasıdır dedim.Ve sanırım bir günde okuyup bitirdim.Kitap çoğunlukla alevilikle ilgiliydi.Yine bir ölüm vardı işin içinde ve birbirine teğet geçen iki ayrı hikaye.Benim kitaptan aktaracağım yerler unutmak istemediğim bölümler olacak.Bunlar hep kulaktan dolma bilgilerle bildiğim şeylerdi bazılarını ise hiç bilmiyordum.İşte onlardan bir kaçı:


"On İki İmam, Hz.Ali ve onun inancını sürdüren çocuklarıyla torunlarıdır.Hz.Ali öldürülünce,oğullarından Hz.Hasan kalleşçe zehirlendirildi,Hz. Hüseyin ise Kerbela'da şehit edildi.Ama onların çocukları ve torunları dedelerinin inançlarına sahip çıktı.İşin ilginci on bir imam ecel şerbetini içerek öteki dünyaya göçerken,On İkinci İmam Muhammed Mehdi ölmedi,bir gün kayıplara karışıp gitti.Onu bir daha ne gören ne duyan oldu.Bu öylesine bir kayboluş değildi oğul.Anlayana bir işaret çözene şifreydi:"Zulmün altındayken bile umudunuzu kaybetmeyin,zira vakit saat yetince gelip sizi kurtaracağım."demek istiyordu Muhammed Mehdi Efendimiz..."(Ümit,2010 syf:13)


Gelelim Melamilik kavramına hani deyişlerde geçer melanet hırkası hep duyardım ama ne olduğunu bilmezdim.Önce melanetin kelime anlamına bakarsak büyük kötülük,lanetlenecek iş demek TDK'ye göre.Açarsak Melamiler tasavvuf içinden tasavvufçulara karşı çıkan bir zümredir,tanrıya ulaşmak için zikrin değil fikrin rol oynadığına inanırlar."(Gölpınarlı,2004 syf:162)Yani klasik bir sofu gibi davranmak yerine halkın ayıpladığı şeyleri yapmaktan kaçınmazlar hatta bu hassasiyetlerin üzerine giderler ve kendilerine katılmak isteyenleri de bu yolla sınarlar.Mesela Elif Şafak'ın Aşk kitabında Şems'in Mevlana'yı meyhaneye çağırdığı kısım gibi.Melamet hırkası da bu kişilerin dışarıdan bakınca Allah yoluna adandıklarının anlaşılmaması için büründükleri varsayılan kıyafet.




İkrar:Tarikata yola girmek için verilen sözdür.
İkrar bend olmak:Alevi olmamasına karşın Hz.Ali ve On İki İmam sevgisini ,içinde duyan,söz vererek,içini dökerek Hacı Bektaş yoluna bağlanan kişi.


Bir de bildiğimiz ama çoğu zaman kendimizi dizginlemek konusunda başarısız olduğumuz bir kısmı aynen aktarıyorum:
"Lakin bilmek öyle kolay iş değildir kızanım.Bilmek için bıkıp usanmadan çalışmak,susuz kalmış bir çiçek suyu nasıl emerse öyle iştahla öğrenmek gerekir.Diyelim ki öğrendin,yine yetmez.Niye bildiğini ,niçin öğrendiğini de unutmaman gerekir.Bilgi,Hakk'ın bize sunduğu bu dünyayı ,canlıları korumak içindir.Eğer bunların tersine iş görürse yıkıcı olur.İnsan bilginin efendisidir,bilgi insanın değil.Öğrenmenin zararı olmaz derler,ama dikkat etmek lazım,amaçsız bilgi maymuna çevirir insanı.Birden bakmışsın farkına varmadan bilgiçlik taslamaya ,sağa sola tafra yapmaya başlamışsın.Oysa tafra atmak cahillerin harcıdır.Önce bilgi yükünü taşımayı öğrenmeli insan.Kolay iş sanma.Çünkü taştan daha ağırdır bilgi.Bu yükü taşımak sabır ister,metanet ister.Taşımayı bilmeyenler daha ilk engebeden kaldırır atarlar sırtlarındaki yükü.Taşımayı bilenler ise en dik yokuşlara bile tırmanırlar.Çünkü onlar taşıdıkları yükün bu dünyada insanlara,ahirette Allah'a lazım olduğunu bilirler.Zirveye ulaştıklarında ise tek kazançları kamil insan olmaktır."(Ümit,2010,syf:84)


Kaynakları karışık okudum ama şuralara baktım:
Gölpınarlı,A.(2004).Tasavvuf. İstanbul: Milenyum Yayınları
Ümit,A.(2010).Bir Ses Böler Geceyi. İstanbul:Doğan Kitap
http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=63936&page=3
http://www.derkenar.com/mavra/melamet-hirkasi/

26 Mart 2012

Son zamanlarda okuduklarım üzerine kısa notlar

Madam Bovary'nin üzerimde yarattığı karamsarlığın ardından Elif Şafak okudum.Araf isimli kitabını.Oh dedim özlemişim Şafak okumayı.Değişik değişik tipler,yaşamlar bir anda farklı ve yaşıma yakın kişilerin hayatını okumak çok iyi gelmişti.Aslında Emma gerçekliğinden kaçıyordum.Flaubert nasıl olmuştu da bundan tam 155 yıl önce bunları yazmış ve sanki dün yazılmış gibi güncelliğini koruyordu ve ne kadar da doğruydu.Ama doğru olmak mutlu olmak demek değildi her zamanki gibi.O yüzden Araf ile kafa dağıtmak iyi gelmişti.Ömer,Abed ve Piyu herhalde en az Piyu'yu sevdim.Alegra'yı bir türlü sevemediği için.Debra'yı sevmedim kendini beğenmiş bulduğum için.En çok Zarpandit'i sevdim o kendini hiç sevmese bile.Elif Şafak'ı da bir kez daha sevdim bu kadar donanımlı olduğu için ama Araf iyi bir romandı diyemem kendi adıma.Karakterler evlere şenlikti özellikle Abed'in annesi Zehra Teyze ama kurgu daha güzel olabilirdi yine de iyi ki varsın Elif Şafak entel camia seni yerin dibine vursa da...
Gelelim Yeraltından Notlar'a...Bu yükte hafif pahada ağır bir kitap tabi ki.Ustalık ayrı bir şey gerçekten.O kadar basit bir dille neler neler anlatmış yine Dostoyevski.Önce bilimselliği akılcılığı yerden yere vurmuş iki kere ikinin beş etmesi ümidi ile.Sonra çıkarcılıktan,kötülükten dem vurmuş..İkinci bölümde ise bu fikirlerini hikayeleştirir ki zaten burası akar gider.Ben kitaplarımın altını çizerek okuyan biriyimdir.Bu kitapta pek bir yer çizemedim aksi takdirde bütün kitap fosforlanacaktı.Bir kaç alıntı yapacağım yine de buraya iyice beynime kazınsınlar diye.İşte onlardan bazıları:

".....evet, insanın tek yaptıgı sey , iki kere ikilerin peşine düşmek, okyanusları asmak, bu ugurda seve seve yasamını vermektir; ama öbür yandan aradıgını bulacagı için de ödü patlar. çünkü bulursa arayacak başka bir seyi kalmayacagını hissetmektedir. işçiler işlerini bitirince para alırlar; daha sonra da gidecekleri bir meyhane, düşecekleri bir karakol cıkar nasıl olsa. işte size bir haftalık iş güç. peki ama biz nerelere gideriz? onun için hedefe her varışta bir tedirginlik duyulur. insanoğlu amacına dogru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil. çok gülünç bir durum dogrusu. insanın yaratılıştan gülünç bir varlık olmasındandır bütün terslik zaten. iki kere iki dört çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız küstahlıktır. iki kere iki dört, ellerini bögrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükrük sacan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir." 


"(...)diyelim, gerçekten günün birinde bütün istek ve kaprislerimizin formülü bulunuverse; daha doğrusu isteklerimizin neye bağlı olduğu, hangi yasalara göre oluştuğu, nasıl değiştiği, değişik durumlarda ne gibi yönler aldığı üstüne kesin matematik formülleri ortaya çıkarılsa... o zaman, işte o zaman insanlar belki de isteklerinden vazgeçecekler, hem de yüzde yüz vazgeçeceklerdir. çizelgeye bakarak istemenin ne tadı kalır?" 


"(...) kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? evet, hangisi daha iyi?" 


baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık."(...)değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilinci her türlüsü hastalıktır."


"Eskiden hak uğruna kan dökülür, istendiği kadar insan iç huzuruyla öldürülürdü; çağımızda kan dökmeyi iğrenç bir davranış saydığımız halde yine de bu iğrenç işle uğraşmaktayız, hem de eskisinden daha çok. hangisinin daha kötü olduğuna barın kendiniz karar verin."

21 Mart 2012

Dünya Şiir Günü

Her ne kadar en sevdiğim şair Cemal Süreya olsa da Özdemir Asaf da peşisıra gelir.Madem ki bugün Dünya Şiir Günü o halde bugün bu çok sevdiğim şiirini paylaşma günüdür Asaf'ın.Sabahattin Eyuboğlu da severmiş bu şiiri.

                                 ONARMAK ZORDUR

                                 Şarkılar değil de 
                                 Hep kulaklar bitiyor,
                                 Onarmak zordur.

                                 Bir yürek üşümüş
                                 Kapamış kapılarını,
                                 Onarmak zordur.

                                 Bir şey yitirilmiş,
                                 Hiç eskimeyecektir,
                                 Onarmak zordur.

                                 İnsanın içine düşen korku
                                 Özgürlüğünden olmuştur,
                                 Onarmak zordur.

                                 Ölümü düşünmek yenilmek,
                                 Sevmek ölümü yenmektir.
                                 Onarmak zordur.

13 Mart 2012

Neşeli Günler

Jean Dujardin
Epeydir yazamıyordum çünkü şubat ayında sevgilim yoktu günler gri geçiyordu.Sonra da O geldi tatlı yoğunluklarla geçiyor.Artist filmi çok konuşuldu yazıldı ama ben burada O orada ikimizin de yüreği başkasıyla gitmeye elvermediği için filmi daha bugün izleyebildik haliyle çoğu sinemadan kaldırılmıştı.Maçka G-mall 'da bulabildik.Filmin endüstrisindeki değişimi çok etkili bir biçimde anlatıyor bence.Senaryo biraz Türk filmlerine benzemiş de olsa izlettirdi kendini.Ne yalan söyleyeyim Jean Dujardin'i ilk kez bu filmle tanıdım kesinlikle ve çok beğendim.1972 doğumlu olmasına ayrıca şaşırdım.Berenice Bejo ise pek hoşuma gitmedi.Müzikler çok güzeldi ve sanırım en çok köpeğe bayıldım!



Gelelim geçen hafta cuma günü gittiğim oyuna ismi Buluşma Yeri Duşan Kovaçeviç'in.Nilüfer ile birlikte gittik.Daha önce aynı yazarın İntiharın Genel Provası oyununa gitmiştim ama bu kadar keyif almamıştım.Bir de Profesyonel var ki hala bilet bulamadığım.Bu oyuna gelirsek şayet bu dünya ile öbür dünya arasında geçen  bir oyun diyebilirim en kısa haliyle.Biraz açarsak Profesör hasta yatağında ve ölmek üzeredir.Kızı Sonya eşiyle yurtdışı tatilinde oğlu İvan ise babasından kalacak miras derdindedir derken baba ölür diyelim ve burada bırakalım sözü oyunu çeviren Bilge EMİN'e : "Ardında iz bırakanlar ,aramızdan ayrılmaz.Yaşayanlar ve ölüler arasındaki ilişki görecelidir.Bizim için değerli olanlar ,öldükten sonra da bizimle birliktedirler.Bu insan olmanın vazgeçilmezidir.Son elli yıldır aramızdan ayrılan o güzel insanlar ,o güzel atlara binip gittiler.Hayatı ve ölümü anlamlı kıldılar."




Bir de festival başlıyor çok heyecanlı ve mutluyuz.Sevgilim martın sonunda tekrar Japonya'ya dönecek diye biliyorduk, nisan sonunda döneceğinin haberini "Aşkım festivalde beraberiz"diye verdi.Pazartesi günü ritüelimizi yerine getirdik kitapçığı alıp Mephistonun yolunu tuttuk.Cumartesi kuyruk yolları gözüktü  bize:)