25 Aralık 2014

Çocuk Dünyası


Ben yaptım:)

Büyüdükçe yeni yıla girmek daha az heyecan yaratıyor galiba. Hele burada zaman çok hızlı aksın istiyorum hemen geçsin aylar, buradan sonra ne yapacağımızı göreyim istiyorum. Yazları yazlığa gideyim istiyorum eskisi gibi. Çünkü kış ayları sonbahar falan bir şekilde geçiyor yani İstanbul'da nasılsa burada da aynı genelde evde geçiyor. Ama yaz gelince eve tıkılmak beni çok bunaltıyor.
Öyle üç günlük tatiller kesmiyor. Ne de olsa temmuz kızıyım.

Gerçi bin şükür şu anda bir işim var. Bir anaokulunda çalışıyorum. Vakit çok hızlı geçiyor. Sürekli bir şeyler öğreniyorum. Benim etrafımda hiç çocuk olmadı eğer çocuklu bir misafir gelirse eve o zaman da hemen kardeşim devreye girerdi. Kendisi çocuk mıknatısı bugüne kadar ona bayılmayan tek bir çocuk görmedim. Zaten kendisi çok tatlı bir anaokulu öğretmeni. Bense hep ağır ablaydım. Benim muhabbetim hep büyüklerle idi. Hatta şöyle de acı bir söylem var hakkımda yan komşumuz tarafından söylenen "Neslihan hiç çocuk olmadı ki..." yani maalesef öyleydi. Fabrika ayarlarım öyle:)
Ama evrenin benim üstümde bir projesi var. Bana illa ki öğretecek bazı şeyleri. Bir
kere deniyor baktı yapamıyorum gidiyor bir üç beş sene sonra yine karşıma getiriyor. Aa o zaman hakikaten de üstesinden geliyorum. Öğretmeden bırakmıyor kesinlikle. İşte şimdi de bu iş. Sen misin çocuk dilinden anlamayan al sana her yaş grubundan çocuk. İşe başladığım ilk günler dediğim galiba Japonya'da kodese gireceğim çocuğu camdan fırlatan cani anaokulu öğretmeni olarak:)) Çünkü çocuklar bana alışana kadar epey zorlandım. Neden bilmiyorum sanki başlar başlamaz tüm çocuklarla anlaşacağımı düşündüm! Ne saçma değil mi sonuçta onlar da insan küçük insan. Hepsi de cin gibi akıllı. Ve insan dediğin zamanla alışır sever. Bildiğin ilk günler içimden bazı çocuklara diş biliyorum, bana zorluk çıkartanlara:) Kafam bir gidip geliyor yani. Ortaokul ve lise de çalışmış bir insan olarak en zor grubun anaokulu olduğunu söyleyebilirim. Ama en çok şeyi de onlardan öğreniyorum. Mesela çocuk çorabını çıkarmış giydirmeye çalışıyorum o giymek istemiyor giy yavrum giy canım yok kesinlikle istemiyor. Oradan bizi dinleyen başka bir küçük hanım diyor ki çorapsız çocuğa 'Doktora gitmek ister misin çünkü çorap giymezsen hasta olursun ve hasta olursan dr iğne yapar ister misin bunu' diyor. Ve hoop o çoraplar giyiliyor. Her şey bir o kadar basit ama hepsi bana yabancı o yüzden her günüm öğrenmekle geçiyor sayısız dersle. Çocuklar çok zengin bir dünya. Hepsi birbirinden farklı kendine özgü. Sonra nasıl tektipleşiyoruz. Hayret ve acı doğrusu.

Çocuklardan başka bir de anaokulunda yapmam gereken iş el işi. Yani kesme, biçme, boyama, pano hazırlama... Ki ben yine ortaokulda tüm el işi ödevlerimi birilerine yaptırmış bir insanım. Hayatta bir şey beceremem. Ama burada önüme koyuyorlar el işi kağıtlarını makası çam ağacı yapacaksın diyorlar. Yok penguen yapacaksın diyorlar. El mahkum yapıyorum ve nasıl güzel bir terapi oluyor bana anlatamam.

Bir de çocukların beslenme çantalarına değinmek isterim. Zaten bu konuda bir belgesel bile var. Anneler neler yapıyor görmelisiniz. Koy bir sandviç yolla gitsin diye bir anlayış yok. Her kap bir sanat eseri.

Geçen sene dileklerim arasında bu sene bir işe girebilmek vardı çok şükür gerçekleşti. Umarım 2015 de sağlıklı, güzel ve ailemizle birlikte olabildiğimiz bir yıl olur. Mutlu seneler.

02 Kasım 2014

Dolmakalem Günü

Kutlanmaya 2012 yılında başlandığında hiç haberim olmayan bu özel güne 2014 yılında iki adet dolmakalemimle giriyorum. Nasıl başladı bu merak?Şöyle ki; hikaye yazmayı seven sevgili arkadaşım Berrak'a bir doğum günü hediyesi arayışındaydım. Ve gözümde yazarlığa namzet olduğu için mutlaka bir dolmakalemi olması gerektiğini düşünerek başladım araştırmaya çok da güzel bir blog keşfettim bu aşamada ve bu kadar geç keşfettiğim için çok üzüldüm. Neyse ki her gün eskilerden okuyarak günümü güzelleştiriyorum.(http://www.banasikcayaz.com)

Blogunda çeşit çeşit dolma kalem tanıtmış ama ben yine instagram ünlüsü Lamy'de karar kıldım arkadaşım için.

Ona hediyesini gönderdikten kısa süre sonra da eşim gittiği bir şehir dışı konferans sonrası bana dolmakalemle geldi. Çok mutlu oldum. Böylelikle ilk dolmakalemim Pilot Kaküno oldu. Pembeli grili çok şirin tam bir başlangıç kalemi almış.


Ama pür heves yazan, kalemini yanından ayırmayan ben sakınan göze çöp batar misali çantama anahtarımı koyarken kalemim düştü, merdivenlerden yuvarlandı, kapağı açıldı ve sonuç olarak ucu yamuldu.

Düzeltmeye çalıştı eşim yaptı da ama eski tadı yok sanki daha kalın yazıyordu şimdi daha bir inceldi sanki. Buna üzüldüğümü duyan ve kendisi de bir kalemsever olan sevgili kayınpederim/babam bize yolladıkları yiyecek kolisinin içine adımı yazdırdığı Parker marka dolmakalem göndermiş. Kutuda gördüğümde sevinçten çığlık attım. Hiç beklemediğim bu harika düşünce beni çok mutlu etti. Sevmek sevilmek pek güzel şey.




Dün de ona mürekkep aldık pür heves ve de Rhodai defter aldık çünkü gözlemlerime göre dolmakalemseverler pek bir seviyorlar kendisini dedim vardır bir hikmeti. Denedim arkaya mürekkep geçirmiyor, yazımı kolay.

Bugünün esbab-ı mucizesine atıfta bulunan bir yazı yazmak istedim. Bakalım geçici bir heves mi bizimkisi yoksa ömür boyu sürer mi zamanla göreceğiz.


***Dolmakalem mi dolma kalem mi?

http://erguvankalem.blogspot.jp/2012/10/kalemden-kursun-dolmadan-murekkep.html

30 Ekim 2014

Kitap Dökümü

Selam

Zaten az yazdığım blogumun en azından her aya ait bir yazısı olsun istedim. Bir de en son nisanda yaptığım kitap dökümüme devam edeyim dedim.Hemen başlıyorum kısa kısa bahsetmeye...

1. Herman Melville: Moby Dick


Bir klasiği klasik yapan nedir sorusunun cevabı bence bu kitapta. İlk baskısını 1851 senesinde yapmış bu kitabın değindiği kavramlar, konular bugün hala bizim aklımızı aynı derecede kurcalayan şeyler.
Nice paragrafın altını çizdim okurken, işte bunlardan birkaç tanesi:

"Ey insanoğlu! Balinaya bak da ona benzemeye çalış!
 Sen de buzlar arasında sıcak kalmasını öğren.
 Bulunduğun dünyada , o dünyanın bir parçası olmadan yaşa. Ekvatorda serin ol; kutuplarda kanın
 donmasın. Her mevsimde kendi sıcaklığınla yetin ey insanoğlu!"

"Aynı derde tutunanlar birbirlerini iyileştirirler."

Mutlaka okunması gereken bir kitap. İlerleyen senelerde yine okumak isterim.

2.Peyami Safa: Matmazel Noraliya'nın Koltuğu


Bu kitap bana sevgili arkadaşım Neslihan'ın hediyesi olarak geldi. Peyami Safa okumayı sever biri olarak ayrıca sevindirdi beni. Bu kitabı evvelden bir edebiyat hocasından yazarın en iyi kitabı olarak da duymuştum merak ediyordum. Ama çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Çünkü bazı bölümler çok uzatılmış geldi bana ve sıktı. Bence yazarı en iyi kitabı 'Yalnızız' okumak isteyen onla başlasın derim.

"Sevgiliyi görmek ümidinde, ölüyü diriltecek bir enerji kaynağı olduğunu, şimdi yaşayarak anlıyordu."

3.Ayfer Tunç: Yeşil Peri Gecesi


Bu kitabım da sevgili dostum Berrak'ın doğum günü hediyesiydi bana. Bu kitabı da çok merak ediyordum çünkü 'Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi'ni okurken, herkes Yeşil Peri Gecesi'ni okumamı salık vermişti bana.

Bir kere bu kitap sağlam moral gerektiriyor okurken yani benim gibi okuduklarından etkilenen bir süre hayata o karakterlerle devam eden birisi iseniz  çok dikkatli olmanız lazım. Kitaptaki ajitasyon yapmadan verilen acı çok yan yakıyor. Okurken kitapta da geçen şu cümleyi yaşamanız olası:

"Hayat bugün, bir yanımızdan Boğaz'ın o serin suları akarken, kurumuş bir dere yatağı gibi ümitsiz. Bir zamanlar buradan gürül gürül sular akardı. Nereye gitti hayatın o güzel suyu?"

4. Zülfü Livaneli: Serenad

Bu kitap da haziran ayında Japonya'ya gelen kuzenin elindeydi burada bitirmesini sağlayıp burada bıraktırdım okuyabileyim diye. O esnada da bu kitabın çok seveni olduğunu gördüm. Struma Olayını ilk defa duymuş olanlar için şaşırtıcı olabilir belki ama bana çok yüzeysel mesajlar veren bir kitap gibi geldi. Eğer kitabı okuyup da çok sevenlerde kendinden farklı olan insanlara karşı bir farkındalık başlatmışsa ne mutlu. Ama beni heyecanlandıran bir kitap olduğunu söyleyemeyeceğim ve hatta yazarını bilmesem Ahmet Ümit- Elif Şafak ortak yapımı sanabilirdim.

5.Murathan Mungan: 227 Sayfa

Mungancığım benim canım, O benim okulum. Ondan hep öğreniyorum hep öğreniyorum. Ki O da şöyle söylemiş:

"Ben yazarlık yaşamım boyunca okuruma hep sıra arkadaşım muamelesi yaptım. Benim gördüğüm filmi o da izlesin, benim okuduğum kitabı o da okusun, benim üzerine kafa yorduğum konuları o da düşünsün, hafta sonlarımız birbirine benzesin istedim."

 İşte bu kitapta onun izlediği filmler, okuduğu kitaplar, dinlediği müzikler ve kafa yorduğu konular üstüne bir kitap. Kafa açıcı, meraklısına:)

Yazıyı burada sonlandırıyorum diğer altı kitabı da bir başka yazıya yazarım artık. Sevgiler:)



15 Eylül 2014

Her zaman kendin ol


   


2000 senesi yapımı Billy Elliot filmini izlemeyi neden on dört sene sonraya bırakmışım hiçbir fikrim yok. Sadece bu kadar geç kaldığıma pişmanım oysa ki yönetmen Stephen Daldry'nin Virginia Woolf ile alakalı olan 'The Hours' filmini çok beğenmiştim, yine aynı yönetmenin Kate Winslet'ın oynadığı-ki kendisine bayılırım- The Reader filmini üç kez izledim. Bugünlerde okuduğum Murathan Mungan'ın 227 Sayfa isimli kitabında da bahsi geçince Billy Elliot'a karşı daha fazla kayıtsız kalamadım. Başladım izlemeye, film dans etme tutkusundan bahseden 'Cosmic Dancer' şarkısı ile yatağın üzerinde zıplayarak çeşitli figürler eşliğinde dans eden Billy ile başlıyor. Billy okulu dışında büyükannesine bakıyor aynı zamanda da dedesinden kalma boks eldivenleri ile katıldığı boks derslerine katılıyor. Bir gün boks derslerini aldığı binada bale dersleri verilmeye başlanıyor ve hayat ondan sonra Billy için aynı kalmıyor. Ama film yalnızca küçük Billy üzerinden gitmiyor. Demir Leydi döneminde geçen filmde, maden işçilerinin grevi, Billy'nin ağabeyi ve babası üzerinden aktarılıyor. Bir de eşcinsellik meselesine değiniyor 'erkek dans eder mi sorunsalı' ve Billy'nin en yakın arkadaşı yoluyla yapıyor bunu kendisi de eşcinsel olan Daldry.

   Filmi neden beğendim çünkü her şeyden önce hayata çok yakındı. Yani şu anda ülkemizde ve dünyanın geri kalmış çoğu ülkesinde nice yetenekli çocuğun aileleri, çevreleri ve devlet yüzünden harcanıp gitmesi bizim çok alışık olduğumuz bir şey maalesef. Sonra Billy'in babası yine ülkemizde çok rastlayabileceğimiz bir örnek. Billy'in annesi hayatta değildi olsaydı her şey daha kolay olurdu onun için ama şu anda Türkiye'de bile kaç anne oğlunun balet olmasını can-ı gönülden ister bilmiyorum. Yani sırf babalara da yüklenemeyiz. Halbuki geçen gün bir programda Doğan Cüceloğlu'nun dediği gibi:
 ''Çocuğuna bakacaksın elma mı armut mu muz mu?
  Bakarsın ki o da değil portakal bu çocuk.
  O zaman ana babaya, eğitimciye düşen 'o çocuğu olabileceği en iyi portakalı yapmak' "

  Filmin diğer yüzü olan madenci çilesini ise zaten ülkece en acı şekilde yaşadık aslında biz yaşamadık tabi biz sadece seyrettik biraz üzüldük olan her zaman olduğu gibi bizzat bunu yaşayan ailelere oldu. Zaten ben artık bize yani insana dair ümidimi çoktan yitirdim ya neyse.

   Yani demem o ki filmi izlemeyi benim gibi erteleyenler varsa izlesinler en azından kendi hayatımıza dair çok zor hatta imkansız gözüken şeyler için eğer o işe karşı gerçek bir tutkumuz varsa umudun her zaman olduğunu hatırlatmaya yarar bu film ve Billy'nin annesinin mektubunda da dediği gibi "Her zaman kendin ol" düsturunu hatırlatmaya da.

15 Ağustos 2014

Mutfakta Neler Oluyor








Dün Japon arkadaşlarımızla bir araya gelip japon mutfağının temel yemeklerini hazırladık ve afiyetle yedik. Arkadaşım saat 4 gibi bize geldi evden bir dünya şey getirmiş şaştım kaldım çünkü zaten önce markete gidecektik. Çavan denilen pilav yenen kabı ve miso denilen çorbayı içmek içmek için kase bile getirmiş. Hatta en uç olarak söyleyebileceğim yumurtasını bile getirmiş kızcağız:) Dedim hani markete gidecektik oradan da sebze alacağız dedi. Marketimize gittik ve gerekli malzemeleri alıp, eve geri döndük.

Önce tenpura diye geçen önce unlu karışıma bulayıp sonra da kızgın ateşte kızarttığımız yemeğin sebzelerini yıkayıp hazırladık. Bir yandan da çorba için patatesi az suyla haşlanmaya bıraktık. Diğer taraftan kabaklı salata için kabakları hazırladık. Bir de salatalık ve turplu turşu hazırladık. Pilavı ise marketten hazır aldık sadece mikrodalgaya atıyorsun.




Arkadaşım bunları yaparken öyle düzenli ki bazen Japonya'da yaşayış amacımın bu olduğuna inanıyorum. Düzeni ve sakinliği öğrenmek. Bir kere ne iş yapacaksa ona uygun kılık kıyafetini ve materyallerini hazırlıyor. Misal markete giderken çoğumuz liste yaparız ben onu cebimde kırış kırış yaparım. Arkadaşım ise küçük bir dosya ile gelmiş sadece not kağıdını koymak için! Hele yemek defteri olayına hiç girmiyorum:)



Sonuç olarak dün yine çok güzel bir akşam geçirdik. Buraya geldiğimizden beri ayda bir görüşüyoruz farklı aktivitelerde sayelerinde burayı daha iyi tanıyoruz. Şanslıyız.

Şuraya da bir  tenpura tarifi kondurayım soranlar için:)


  • 1 bardak soğuk su
  • 1 bardak un
  • 2 adet yine dolaptan olacak yumurtanın beyazı

         (soğuk olmaları çıtır olmasını sağlıyor)

Bu malzemeleri çırpıyorsun sonra kızartmak istediğin sebzeleri kızartıyorsun bizim kabak,tatlı patates vb gibi sebzeleri kızarttık. Ama en beğendiğim, kuşbaşından daha küçük kestiğimiz tavukları, soğan ve mısır taneleri ile beraber buladığımız karışım oldu. Onlar biraz birbirine yapışıyor kızarırken, yerken de harika bir karışım oluyor. Afiyet olsun:)









08 Ağustos 2014

Gilmore Girls



Buraya geldikten sanırım altı ay sonra bilmiyorum nasıl Gilmore Girls'ü izlemeye başlamıştım. Online dizi izleme sitelerinden zorlukla izliyordum çünkü popüler bir dizi değildi.Eski de bir diziydi. Ben çok film, dizi izleyebilen birisi değilimdir. Hele evde izliyorsam uyuklarım, sıkılırım.



Ama Rory ve Lorelai hayatıma öyle bir girdiler ki buradaki en yakın arkadaşım oldular. Rory ortaokuldayken başladık bu serüvene ve Yale'den mezuniyetiyle bitirdik. Rory tam bir kitap kurdu ve kahve canavarı annesi  Lorelai gibi. Tam burada canım Luke devreye giriyor. Luke hayatına bir kere girdi mi sonuna kadar güven verenlerden. Güçlü karakterli. Anneanne Emily hayranım sana zarafetine. Richard gibi kültürlü  bir dede.
Stars Hollow ise benim 'dreamland'm. Her karakter kendine has.





Bugün son bölümü izledim, göz yaşları içinde. Benim için asla herhangi bir dizi değildi. Bir kere dünyanın neresine gidersem gideyim bana burayı Nagoya'yı hatırlatacak. Buradaki tek başıma günlerimi. Diziyi izleyip en güzel yerlerini eşim gelir gelmez ona izlettirdiğim günleri. Her şeyin bitişinin verdiği hüzün. İyi de olsa kötü de olsa biten şeyler mutlaka hüzün veriyor. Çok garip. Çünkü bir şey hepten kötü olmuyor. En kötü gözüken şeylerde bile iyi taraflar oluyor. Tabi kötücül manzaraya çok takılı kaldığımız için asla bunun farkına varmıyoruz ta ki bitti gidiyoruz denilen ana kadar. Sanırım dizinin bitişi bana buradaki günlerin de sonu olduğunu hatırlattı ve hüzünlendim. Hayat okullardaki çağları bölen posterler gibi. Yaşadıktan sonra ayrılıyor dönemlere. İlköğretim, lise heyecanla beklenen üniversite ardından yüksek lisans hadi ne zaman iş.Al sana iş peki ne zaman evleneceğim al bir buçuk sene oldu peki bundan sonra nerede yaşayacağız çocuk ne zaman hep böyle evde mi oturacağım. Sorulara cevaplara ararken geçen zamana da hayat diyoruz işte.
Sevgiyle...

19 Haziran 2014

Yoga,Gezi,Maç ve Yemek

Selam

Kendi kendime başlattığım her devamı gelecek yazısının devamının gelememesi boğdu beni.Yogayı yeniden yazacağım demiştim amacım detaylı detaylı yazıp hem kendimi hem okuyanı bilgilendirmekti.Ama yazamadım sadece denedim.Bir çok farklı yoga dersine katıldım.Sanırım Yin-Yang yoga denilen ve pozların içinde yaklaşık üç dakika kalınan türünde karar kıldım.Aslında ilk yaptığımda içimden geçen tam olarak şuydu bu dersi bir daha seçmeyeceğim.Çünkü uzunca süre aynı  pozisyonda olmak bedenimi zorluyordu.Ve o gün kafama birinin yaptığı haksızlığı takmıştım.Ama o pozlar esnasında bedenim zorlanırken bir yandan da diyorum ki taa Türkiyelerdeki bu kişiyi bu salona taşıdın tebrik ederim.Bir yandan da bacağım kasılı durumda bozmuyorum da derken düşüncelerime hükmetmeyi başardım.İyice temeline indim niye kızgınım,beni temelde sinirlendiren ne vs gibi sorularla.Sonunda bu kişiyi anlamaya çalışarak,içimde sindirdim..Diyeceksiniz ki üç dakika da mı oldu,evet böyle arka arkaya konsantre olma anları sayesinde mecbur odaklandım ve çözdüm.Hatta tüm yoga derslerinin sonunda üstümüze örtü çekip,dümdüz uzandığımız Shavasana denilen bir rahatlama pozisyonu var.Orada uyuyakalmışım,gözümü bir açtım herkes doğrulmuş:)Solumdaki kadın hariç o da derin bir horlama halindeydi benden sonra uyandı.Yani baya bir rahatladık:))

Gelelim ikinci devamı gelecek deyip de getirmediğim gezi yazılarına.Malum annem buradayken epey gezdik. Kyoto,Osaka,Tokyo...Ama taze taze yazmak gerekiyormuş yoksa ayrıntılar uçup gidiyormuş.Bir kez daha gıpta ettim gezi yazarlarına hem gezip hem nasıl yazıyorlar çünkü gezerken sürekli bir koşturma halinde olunuyor,dil beş karış dışarıda.Bir daha ki gezilerde anlık not tutmaya çalışacağım.

Nara Park
Bu dönem kitap bakımından da çok verimsiz geçti her şeyi yarım bıraktım.Neyse ki Moby Dick'i buldum sonunda,sürükleyip götürüyor beni.Çok derin,çok güzel bir kitap.

Geçen pazar maç vardı Fildişi Sahili ve Japonya zavallı kocam tek başına izliyor bir de Drogba girdi maça iyice heyecanlandı beni katmaya çalışıyor olaya ama ben ne kadar çabalasam da onun kadar heyecan duyamıyorum tabi.O gün bi' üzüldüm dedim keşke arkadaşları olsa heyecanını paylaşabileceği.Allah sesimi çabuk duymuş olacak ki bu cuma Japonya-Yunanistan maçı var sabah yedide!Okuldan arkadaşları bize gelecek izlemeye:)Artık bana düşen küçük kahvaltılık şeyler hazırlamak.Geçen gün de hocalarının doğum günü vardı benim kocam benim karım türk yemeği yapar diye kendini ortaya atınca tam iki tencere dolma sardım.Yanında da lokum,cezve ve türk kahvesi gönderdim.Herkes mest olmuş.Bunları neden anlatıyorum.Çünkü hayat gerçekten de paylaşınca,paylaştıkça güzel.İnsanlarla güzel.Biliyorum İstanbul'da insanlar insan ilişkilerinin yoruculuğundan dem vurup,gelenden gidenden yoruluyorlar.Ama aslında hayat insanla güzel.

Baya da yazasım varmış içimdekileri aktarmama pozitif baskı yapan Emel 'e sonsuz teşekkürler:)

21 Mayıs 2014

Kyoto Gezisi


--Gezi defterimden aynen aktarıyorum--

Bu sabah altıda gözümü açtığımda annem çoktan uyanmıştı,duştan çıktığımda kahvaltıyı hazır görmek beni çok sevindirdi.Yine de hazırlanıp çıkmamız 8.20'yi buldu.Nagoya Station'a gittik. Kyoto'ya gitmek için shinkansene bindik.

Golden Week denilen uzun bir tatilde olduğumuz için çok kalabalıktı. Kyoto'da ilk görmek istediğimiz yer olan Golden Pavilion'a (Kinkakuji-Altın Köşk Tapınağı) gitmek için B2 durağından 101 nolu otobüse bindik.









Otobüs tıklım tıklımdı.Yaklaşık 40 dakika sürdü. Kyoto Merkez İstasyonda turist information'da tek gün sınırsız otobüs bileti satılıyordu ama öyle kalabalıktıki alamamıştık. İyi ki de almamışız çünkü otobüsün içinden de alınabiliyormuş.İstediğin kadar otobüse bin 500 yen yani yaklaşık 11 tl.Normalde tek bir yolculuğun 230 yen olduğunu hesaba katarsak oldukça avantajlı bir şey.




Giriş bileti evet biraz büyük:)
 Kinkakuji Durağında inip,sağa dönüp,yukarı doğru yürüyünce girişe ulaşabiliyoruz.Giriş ücreti 400 yendi.Ücreti ödedikten bir iki adım sonra Pavilionu görebiliyorsunuz.Louvre'n Mona Lisa 'sı neyse Kyoto'nun da golden'ı o.Herkesin elinde foto makinesi,çılgınca foto çekiyoruz.Aslında sadece gezilse huşu bulunabilecek bir yerken check in havasında geziyoruz.























Pavilion'u tavaf ettikten sonra yukarı doğru yol var.Oralardan da geçince küçük bir tapınak çıkıyor.Dilekler dileniyor,tütsüleniyorsun. Sonra başladığın noktaya geri dönüyorsun.Çok etkilendiğimi söyleyemem.İçine girilmiyor zaten,yapı olarak da ahım şahım değil.Göl gibi bir şeyin ortasında.Ama tabi yine de iyi ki gördüm:)
Şimdi yemek sırası annem japon yemeklerine pek ısınamadığı için şansına güzel bir İtalyan restaurantı çıktı karşımıza.Şu anda içeceklerimizi içerken Garbis bir sonraki gideceğimiz yere,annem çektiği fotolara bakıyor bende bu satırları yazıyorum.Yine görüşürüz:)



4 Mayıs 2014/ Kyoto






29 Nisan 2014

Kitaplardan devam bir de annem

Pazar günü hazırlamıştım bu yazıyı  bugünümüzün detaylarını da ekleyerek bugün yayınlıyorum.Annemin Japonya'daki ilk gününde İstanbul'dan gelen ganimetlerle harika bir kahvaltı yaptık.Sonra attık kendimizi dışarı.Buranın Bağdat Caddesi diyebileceğimiz bir yer olan  Sakae'ye gittik.Gezdik,yemek yedik ona bir teknoloji ürünü aldık şimdi onu keşfediyor:) Dinlenme modundayız yani...Hava yağmurlu maalesef bugünlerde onun dışında annemin burada olması rüya gibi zaman buldukça kayda geçmeye çalışacağım günlerimizi.Sevgiler...



6.Haruki Murakami: Sınırın güneyinde Güneşin batısında

Bu kitabı bir oturuşta bitirdim.Aşk ve müzikti benim için arkasına da bir playlist çıkardım okudukça.Murakami'nin caz sevgisi malum:)Direk fotoyla paylaşıyorum bu listeyi.Ve beni etkileyen cümlesi

* O zamanlar bilmiyordum.Birini tekrar düzelemeyecek kadar kötü kırabileceğimi.İnsan sadece var olarak diğer bir insanda dönüşü olmayan yaralar açabiliyordu.

çünkü bilerek veya bilmeyerek çok insanı kırdım.Ama bir zaman sonra hep kendime kızdım onlar yaralarını çoktan sarmış olduğunda bana yeni dank eder ve hayat boyu peşimi bırakmaz.Ama şu sonuca vardım ki kimi kırdıysam kime küstüysem genelde bir şeylerden korktuğumdan.Ya bir şeyleri kaybetmekten ya da sevdiğim kadar sevilmemekten.Korku çok fena bir duygu.Kendimi bildiğim yıllara ortaokul dersem o dönemden beri içimde taşıdığım insanlar var.Düşünün korku ne kötü.Ama yenmesi de taşıması kadar zor bir duygu.


7.Oğuz Atay: Korkuyu Beklerken

Üstteki yazıma cuk oturdu.Korkuyu beklerken akıp giden hayatlarımız...İçinde sekiz hikaye vardı kitaba ismini veren Korkuyu Beklerken çok güzeldi kendi küçük dünyamıza mercekle bakmak gibiydi.Atay niye büyük bir usta insan anlıyor.Okunmalı mutlaka.



8.Rowling: Harry Potter ve Felsefe Taşı

Biz eşimle üniversite tanıştık yaklaşık 10 sene oluyor ve o zamandan bu zamana bu seriyi okumam için neler neler yaptı anlatamam ben de ısrarla erteledim.Ama baktım vazgeçmiyor ben de pes ettim iyi ki de etmişim.Çok keyifli bir kitapmış hani pazar günleri tv karşında bisküvi yiyip büyüklerin uyanmasını beklerkenki tatlılıkta:)Şu anda ikincisini okuyorum.Kitaplar kalın kapaklı olduğu için yanımda taşıyamıyorum yalnızca evde okuyorum dışarısı için de ayrı kitap okuyorum eş zamanlı iki kitap okumuş oluyorum iyi oluyor.





9.Şükran Yiğit: Çatıkatı Aşıkları

Sevgili Zero'nun fotolarından gördüğüm bu kitabı onla İstanbul buluşmamızda almıştım.Geçenlerde O'na mektup yazmadan önce bir karıştırayım dedim elime bir aldım yüz sayfasını okudum ama sonrası biraz süründü elimde.Çok aklı başında cümleler vardı kitapta.Laf olsun torba dolsun diye konuşanlar değil de söylediği her kelimenin hakkını veren,çok düşünen,özünde iyi ama bir zaman sonra karşısındakini sıkan mesafedeki kadınlar vardır işte bu kitap onların kitabı.





10.Harper Lee : Bülbülü Öldürmek

Elbette çok iyi bir kitap.Irkçılık üzerine yazılmış bir kitap.Irkçılığın her türlüsüne karşı olduğum için bana yeni bir duygu kazandırmadı.Sadece üzülmeye devam ettim varoluştan gelen bu hastalıklı duygunun günümüzdeki varlığına.Ama yine çocuk kahramanlı bu kitabın dilini çok sevdim.Füsun Elioğlu müthiş çevirmiş.Bir eserde ağlamak kolaydır ama gülmek zordur bana göre çok yerde gülümsetti beni masumiyeti.



11.Onur Caymaz: Hikayeden Çocuk

Onbeş yıllık yazı macerasını anlatıyor kitabın ilk bölümünde ikinci bölümde ise bahsi geçen öyküleri var.Ve ben ilk kısmı daha çok sevdiğim maalesef öyküler hep hüzünlü hep hüzünlü bana göre değil.Oysa yazı dili çok güzel.Başka kitabını okur muyum bilmiyorum:(



Evet bu yazı serisini tamamlamış oldum:) Sevgiler,mutlu günler...

NOT:  Hayvan Çiftliği kitabını yazmayı unutmuşum.O da güzide bir kitabımız elbette:)))

27 Nisan 2014

Bir güzel haber ve kitaplar

Bu güzel pazar gününden herkese kucak dolusu sevgiler.Biz bugünlerde tatlı bir telaş içinde hazırlıklar yapıyoruz.Neye mi annemin gelişine:))) Kısmetse yarın bu saatlerde onu almak için Osaka Havaalanına doğru yollarda olacağız.Annem çok heyecanlı.Biz ondan heyecanlı bizim için büyük bir değişiklik olacak.Annem evimi görecek,yürüdüğüm yerleri,alışveriş yaptığım marketleri görecek.Yemeklerimi yiyecek:) Amacım onu hiç yormamak olsa da onun muhteşem yemeklerini daha çok yeriz gibi geliyor gerçi.Hafta sonlarına da gezi planları yaptık güzel bir ay bizi bekliyor gibi duruyor kısmetse:)

Ve hiç düşünmek istemesem de annemin dönüşünü,o dönerken okuduğum kitaplarımı da göndereceğim.Yılbaşında Tr'ye giderken okuduklarımı götürmüştüm.Yenileri ile dönmüştüm.Şimdi yine bir kısmı birikti onları yolcu edeceğim.Umarım bir gün tüm kitaplarımın elimin altında olacağı bir hayatım olur.O yüzden kısa bir döküm yapacağım sene başından beri okuduğum kitapları burada ki özlediğimde şuradan bir nebze olsa gidereyim hasretimi.İşte başlıyoruz.

1.Kitap Sergio Pitol :Evlilik
 Bu kitabı Beyoğlu YKY'de başka bir kitabı alırken kasada görüp rastgele almıştım.Evli bir kadının hezeyanlarını anlatıyor biraz Madam Bovary'nin özeti gibi.Hiç beğenmedim:)




2.Dan Brown : Da Vinci'nin Şifresi
Bunu da eşimin çok yoğun ısrarı üzerine Robinson Kitabevinden almıştım o kadar çok övdü ki.Benle aynı anda ikinci kere okudu o da.Çok beğendim,elimden bırakamadım.Kısaca sembol uzmanı bir profesörün hristiyan dünyasında gizli kalmış tarikatlar ve kayıp semboller arasındaki bağlantıları bulmasının heyecanlı hikayesi.




3.Boris Vian: Günlerin Köpüğü

Bunu da Remzi Kitabevi'nde aldım bir bana biri kuzen Alin'e.Çok beğenilen bir kitap olduğu için kendimden emin bir şekilde:) Meğerse çok farklı bir kitapmış.Aşırı metaforik öğelerle dolu.Diyebilirim ki direk yoldan anlatılan hiç bir şey yok neredeyse.Sisteme eleştri getiriyor ama açık yollardan değil.Benim tarzım değildi.Ama farklı bir pencere açtığı için iyi ki okudum diyebilirim.





4.Emile Ajar: Onca Yoksulluk Varken

İşte bu kitaba bayıldım!Bunu dostum Nilüfer hediye etmişti bana çok sevdiğini söyleyerek.Kitap bir hayat kadının çocuğu tarafından anlatıyor.Çocuk gözüyle anlatılan kitapları zaten çok severim.Kitap için ne diyebilirim bilmiyorum.O yüzden kitaptan bir kaç cümle aktaracağım buraya:

**Hiçbir zaman anlamadım, neden yasaktır vesikalı orospuların çocuklarını büyütmeleri, ötekiler hiç çekinmiyor.

**Yaşam dediğin sürekli bir paniktir.

**Dünyalı değildi bu namussuz, dört yaşına basmıştı ve hala hoşnuttu.

**İnsanların hüznü her zaman, en çok gözlerinin içindedir.

**İnsanların kendi söylediklerine inanmayı başardıklarını sık sık fark ettim, yaşamak için gereksinirler buna.

**Dışarıdan, kıçınıza tekmeler inince kaçabilirsiniz.Ama böyle bir şey içeriden geldi mi kaçmak olanaksızdır.Böyle bir şeye yakalandım mı gitmek, bir daha hiç bir zaman hiç bir yere dönmemek isterim.

**Karabasanlar düşlerin yaşlanmasıdır.

PS: Bu kitabı göndermemeye karar verdim :)))) Çünkü neredeyse beş sayfada bir altını çizmişim satırların:)







5.Jose Saramago : Körlük

Bu kitabı Ortaköy Sahaflardan almıştım.Üniversitedeyken de sinemada izlemiştim kitabın filmini.Okurken de yer yer aklıma geldi ama kitabı çok daha başka çok daha çarpıcı tabi.Distopik bir kitap.Salgın şeklinde herkesin kör olamasını anlatıyor.Kitap bana ahlaki değerlerin çöküşünün çarpıcılığından sonra fiziksel olarak temizliğin de ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu hissettirdi.Sevgili Baykuş Gözüyle ile eş zamanlı okuduk bu kitabı,keyifliydi.Oradan da bir cümle aktarayım:

**Öyle umutlar var ki çılgınlıktan başka bir şey değil.
Ben de sana şunu söyleyeyim öyleyse,o tür umutlarım olmasaydı yaşamaktan çoktan vazgeçerdim.


Şimdilik beş kitapla bitireyim bu listeyi ikinci postta da geri kalanını yazarım.İyi pazarlar...

Not: Goodreads çok güzel gelsenize:)





28 Mart 2014

Biraz da cazz

Selam

Bugün hava güneşliydi bahar yüzünü göstermeye başladı.Ben de serdim çulu balkona dergiler,kitaplar,yazmalar,çizmeler...Ne okursam okuyayım en bir detayına kadar okurum o yüzden de uzun sürer bir şeyi bitirmem.Milliyet Sanat dergisini de İstanbul'a gidişimde almıştım.Ocak 2014 sayısı belki de uçağa binerken son anda attım çantaya neyse :)Diyeceğim şu ki bir güzel sesi bir güzel müzisyeni tanımama sebep oldu dergi ocak ayında İŞ Sanat sponsorluğunda İstanbul'a gelmiş,konser vermiş.Ben bayıldım müziğine.Kimdir peki Luisa Sobral Portekizli bir cazcı.Şimdi video ekleyeceğim ama youtube kapatıldığı için (!) nasıl dinleyebilirsiniz bilmiyorum.Ben yine de ekliyorum.Kendinize bir iyilik yapın,bulun dinleyin.Sevgiler...


Bu da web adresi,music 'e tıklayıp dinleyebilirsiniz

http://www.luisasobral.com/index.aspx?codigo=2/#!/

25 Mart 2014

Yogaya yeniden merhaba




Merhaba
Geçtiğimiz haftalarda burada bir yoga&pilates stüdyosuna kayıt oldum.Tr deyken de bir aylık bir yoga deneyimim olmuştu.Çok sevmiştim ama hem yerinin ters oluşu hem de işsiz dönemime denk gelmesi nedeniyle devam edememiştim.Hatta o zaman ki hocam kendi stüdyosunu açtı.Kitap alıp güneşi selamlama serisini öğrenmiştim mat bile almıştım evde mumları yakıp müzik açıp kendimce bir şeyler yapıyordum.Derken derken o disiplinim kayboldu gitti.Geçen yaz buradayken yine bir gaza geldim şu anda devam ettiğim stüdyonun deneme kampanyası vardı ona katıldım.Bir şekilde yine devam etmedim.Neyse ki bu sefer uzun programa kayıt oldum.Devamı gelecek gibi duruyor.Yalnız bundan sonra yaptığım işlerin içini biraz daha doldurmak niyetindeyim.Tüm deneyimlerimi buraya aktararak kaydını tutmayı düşünüyorum.Bunu yaparken kendimi gözlemlemeyi ve sonunda en doğru yolu bulmayı istiyorum.Bir nevi yazı dizisi yapmak niyetindeyim:)

Önce bu sefer nasıl karar verdim onu anlatayım.Yine bir gün bunalımın dibindeyim eşim dedi ki neden yogaya gitmiyorsun yine sana iyi geliyor.Aman dedim para vermeyelim şimdi falan geçiştirdim.Akşama doğru baktım yine halıya yatmışım boş gözlerle tavanı izleyip,kendime acıyorum.Kalk hemen dedim nasıl da yağmurlu bir gün anlatamam.Yine de on dakikada hazırlandım çıktım.Dedim hiç değilse kayıt olup bir adım atmış olayım.Nette programları var o saatlerde bir dersleri de var.Neyse gittim ve derse katıldım.Dersin adı "Night Relaxation" dı ve tam ihtiyacım olan şeydi.Zaten çok sıcak karşıladılar çok kalabalık da değildi sanırım dört kadındık.Neden tam olarak bilmiyorum ama çıktığımda o kadar hafiftim ki anlatamam ne hareket yaptığımızı bile hatırlamıyorum ama o anda dünya saatinde değildim sanki.Çıktığımda kuş gibiydim.O gazla yine aynı hocanın (Yuuka) cumartesi günkü dersine rezervasyon yaptırdım dersin adı 'Balance Seitai Yoga' idi hakkında hiç bir fikrim yoktu ama hocayı sevmiştim güler yüzlüydü, ilgilenmişti.Çıktım dersten eşime dedim ki dışarıda yiyelim bu akşam, buluştuk hemen sevdiğim bir italyan lokantasında.Yaşlı bir japon amca masamıza gelip bizimle tanıştı bana iltifatlar etti.Eşim de dedi ki bugün inanılmaz bir enerji yayıyorsun.Ben de kendimi farklı hissediyor ve cumartesiyi iple çekiyordum.İlk ders maceram böyleydi işte.Devamı gelecek:)))

21 Mart 2014

Bahar yasaklarla geliyor





"Tüm çiçekleri kopartabilirler ama yine de baharın gelmesini asla engelleyemezler." Neruda








<a href="http://www.bloglovin.com/blog/4906079/?claim=gekudsfy5xd">Follow my blog with Bloglovin</a>


14 Şubat 2014

Kar ve 8 Femmes



Bu sevgililer günü gözlerimizi karlı bir Nagoya'ya açtık.Oldu bitti bayılıyorum kar görüntüsüne.Özellikle lise yıllarımda depreşti bu sevgi.Liseden beri dostum olan Elif'le birbirimizde kalırdık sınava çalışmak için.Özellikle de fizik sınavı korkulu rüyamızdı.Bir akşam bir yandan sınava çalışıyoruz bir yandan da umutla bekliyoruz.Kar yağar da okul tatil olur sınav da iptal olur böylelikle diye.Tabi bu tatil umudu zaten çalışmaya hiç niyeti olmayan iki kafadarı iyice tembelliğe itiyordu.Neyse o gece yalan yanlış çalıştık ve uyuduk o gece anneannem de bizde hepimiz aynı odada yatıyoruz.Ama Elif her yirmi dakikada bir heyecanla pencereye koşuyor.Acaba kar başladı mı diye:)) Anneannemse olaydan bir haber noluyor napıyor bu kız Nesli diye bana soruyor gel de açıkla :) Derken derken o günü sabaha karşı tatil olmuştu da acıyı biraz daha ertelemiştik:))
Asıl anlatacağım bu değildi ama kar bana her daim Elif'i hatırlatır ne zaman kar yağsa O'na haber vermek isterim...

Şimdi gelelim bugüne sabah kara uyanınca hemen koştum bizim evin yanındaki tapınağa.Bayılıyorum oranın kırmızılığına...Fotoğraf çektim biraz seyrettim hele sabahın ıssızlığında müthişti.Sonra kahvaltı yaptık,eşimi işe gönderdim.Dedim ki bugüne bir film yaraşır. Google da bir arama yaptık karlı bir güne hangi film yaraşır diyerekten iki üç yerde bu filme rastladım.Filmin karla ufak bir bağlantısı vardı sadece ama çok keyifli bir filmdi.

İsminden de anlaşılacağı gibi filmde sadece sekiz kadın var.Tek mekan var.Bir de cinayet.Sanki Agatha Christie romanı okudum.Çok akıcıydı.Ve her kadının şarkı söylediği bir yer var filmde soundtrack harika.Bence mutlaka izlenmeli bu film boş bir vakitte hoşça vakit geçirteceğine eminim.Paylaşmak istedim.Sevgiler...


29 Ocak 2014

Hokusai

Merhabalar
İstanbul'dan döndüğümüzden beri nasıl blog yazasım var ama bu sefer de evdeki modem arıza verdi ve ancak dün internete girebildik. Skype tan da ailemle görüşemiyordum çok sıkıntı olmuştu.Neyse ki geçti.Bir bakıma internetin olmayışı beni yeni şeyler yapmaya zorlaması bakımından iyi oldu.Bunlardan bir tanesi sergi gezmek oldu.Entelektüelin kutsal kitabı diye bir kitap var.Yedi farklı alandan her güne bir konu diye tanımlıyor kendisini arkasında.Biz özellikle pazar günleri kahvaltıdan sonra buradan rastgele bir sayfa açıp bir kaç konuyu okuyoruz baktık ilgimizi çekiyor internetten daha derinine iniyoruz. Hokusai'yı ilk kez bu kitapta okumuştum.8 Ağustosta okumuşum okuduğum tarihi üstüne yazıyorum çünkü.İlgimi de çekmişti belgeseli vardı nette açtım izledim falan.Sonra üstünden epey zaman geçti ve Nagoya Sanat Galerisi'ne sergisi geldi.Dedim ki bu bir işaret olmalı.Kalktım gittim geçen cuma.İyi ki de gitmişim.
Müzenin olduğu istasyonun ordan bir heykel
                                                                                                                                                              Hokusai (1760-1849) kitabın dediğine göre Japon sanatçılar arasında Batı'da belki de en meşhur olanı.
Bilinen en meşhur eseri ise ''Kanagawa'nın Büyük Dalgaları''.Eminim görünce herkes 'ha biliyorum' diyecek bir çok yerde kullanılıyor çünkü.Müze de sesli rehber vardı ama ingilizcesi yoktu.Elimde broşürle gezdim.Eserleri dokuz bölümde toplamışlar.En meşhur koleksiyonu 36 Fuji Dağı Manzarası.Ama ben en çok One hundred Ghost Stories deki resimleri sevdim.Müzenin hediye mağazası da çok güzeldi. Boston Sanat Müzesi ile ortak çalışan bir yer bu müze.Sanırım o yüzden hediyelikçide Avrupalı Sanatçıların eserlerden yapılan kart postallar,eşarplar gibi eşyaları da bulmak mümkündü.Ve ben de beğendim dediğim hayalet serisine ait resimlerden iki tane kartpostal aldım kendime.Ve başka kart postallar da aldım dostlara gönderilmek üzere.Şimdilik bu kadar.Sevgiler...
Müzenin dıştan görünüşü




Çocukların yaptığı Fuji Dağı resimleri 


Ghost serisinden aldığım kart postal