23 Ekim 2016

dolu dolu film festivallerinden tek filmli günlere

Bundan iki hafta önce pazartesi günü çok kıyak bir gün geçirdim. Resmen hayattan bir gün çaldım halbuki eskiden böyle günlerim çok olurdu. Hem de eşimle beraber. Ama işte hayat gailesi dedikleri tam da bu olmalı.

Pazartesi günü doktor görüşmem vardı, oradan çıktım direk taksime. Öğle vaktiydi ve karnım acıkmıştı. Hemen atladım tramwaya doğru Galatasaray'ın oradaki Otantik Ev Yemekleri Lokantasına.
İçeri girdim, üst kat hep sakin olur. Garsona daha merdivenlerde dedim 'sen bana bi karışık otantik tabak hazırla bi de kola, ben tuvalate gidip geliyorum, üst köşe masaya koy'. O karışık tabağa bayılıyorum, keşkek, hıngal ve içli köfte! İnanılmaz keyifli.... Oradan sokağı izledim eskiden ne çok geldiğimizi düşündüm. Üniversitede dersler kaçta biterse bitsin yolumuz oradan eve giderdi:)


Çıktım Mephistoya uğradım. Aslında bir kaç kitap aldım elime incelemek istedim ama bir sandalye koltuk atmamışlar ki rahat rahat bakalım. Çıktım üst katta kafesine oturdum. Çok tatlı çalışanları var. Niyetim film festivali kapsamında seçtiğim filme girmekti. Ama bileti son dakika kapıdan alacaktım o yüzden yarım saat kala kalktım. Yarım saat ayakta bekleyişten sonra, cillop gibi bie yer buldum kendime ve ha-ri-ka bir film izledim. 'Kaptan Fantastik' çocuk gelişimi, okulsuz eğitim olsa nasıl olurdu daha bir sürü şeyi işleyen ve bende defalarca daha izleme isteği uyandıran bir film oldu. Kesinlikle herkese tavsiye ederim, sıkılmadan izleyeceğiniz garanti. O çocukların kültür seviyesi beni yerin dibine soktu. İzleyin derim başka bir şey demem.

Sonra yine bir Mephisto yaptım ama bu sefer kırtasiye bölümüne oradan da eve geçtiğimde mükemmel bir günün sonuna gelmiştim tek üzüntüm bu güzel filmi eşimin izleyememiş olmasıydı. Anlatmamak için kendimi zor tutsam çok başarılı olamadım:) Neyse ki bir hafta sonra internete düştü de beraber de izleyebildik. Sonrası ise bir haftalık grip hayatım oldu. Hayattan yeniden soğudum. Japonya'
dan beri kedi sahiplenme isteğim vardı.  Ama bu hastalık döneminde vazgeçtim. Çünkü hastalandım annem geldi baktı ama ben hastalandığımda kedime kim bakacak:( İşte böyle deli fikirler kafamda, çünkü her şey bitti o kaldı:) Bakalım bu hafta nelere gebe?

01 Ekim 2016

Baba ve Piç





Üstümden etkisi silinmemişken taze taze yazmak istedim. O yüzden yine pat diye giriyorum olaya. Şimdi bir durdum, zaten hayatımda da hep böyle değil miyim? Bir şeylere uzun uzun hazırlanmanın büyüyü bozacağına inanırım hep, ya da olmayacağından korkarım. O yüzden de her şeyi paldır küldür yaşarım. Neyse...

Epeydir twitterım kapalıydı bir iki ay önce yeniden açmıştım. En sevdiğim yönü, çoğu kültür sanat olayını buradan takip edebilmek. Mesela ben tiyatroyu çok severim kesin daha önce de yazmışımdır. Evimiz Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi'ne çok yakın olduğu için ortaokul lise dönemlerimde neredeyse hiç oyun kaçırmadım diyebilirim. Hatta o yıllara ait oyun düzeni kataloglarımda hala en değerli hazinelerim arasında. Şimdi ise bir çok değerli sanatçı görevinden alındı. Şehir tiyatroları çok değişti. Bence izleyici kalitesi de çok düştü. Susmayan telefonlar, geç gelen izleyiciler, konuşanlar... Twitter diyordum işte oradan çok sevdiğim ve Elif Şafak bugün bu hale gelmeden önce yazdığı bir roman olan Baba ve Piç'in Talimhane Tiyatrosu'nda seyirciyle buluşacağını öğrendim. Çok da heyecanlandım. Çünkü daha önce Zorlu  Center'a gelmişti ve bilet bulamamıştım. Neyse ki bu sefer hem erken davrandım hem de şanslıydım. Çok kibar bir beyefendiden iki kişilik yerimi rezervasyon ettirdim. Sahneyi bilmediğim için seçimi ona bıraktım o da mükemmel bir yer ayarlamış sağolsun. Oyunu izlemeye gelen bir çok değerli tiyatro sanatçısından bile güzeldi yerim. Deniz Gökçer, Çiçek Dilligil herkesin mutlaka tanıdığı ama bir seferde ismini söyleyemeceği daha bir sürü oyuncu vardı. İyi ki de yerimize son dakika geçmemişiz de rahat rahat görme imkanım oldu sevdiğim bu güzel insanları.

Sahneye bakış üç ayrı pozisyondandı. Ben ilk kez standart dışı bir sahne görmüş oldum böylelikle.

Oyuna gelecek olursak kitabı okumuş olanlar bilirler. Türk Ermeni meselesini temele alan bir konusu var. O yüzden bazı kişilere hitap etmeyebilir. Aslında en çok da o 'bazı kişilerin' izlemesi ve anlaması gerek ya neyse. Oyunculuklar güzeldi. Yalnızca oyunun tek erkek oyuncusu olan Gökçen Gökçebağ'ı beğenemedim. Aşırı ciddiyetsiz geldi bana. Sanki sahneye şakacıktan çıkıyormuş gibi. Ama O'nu internetten araştırırken babasına denk geldim. Yalçın Gökçebağ, ressamış. Çok beğendiğim tabloları oldu. Konuyu dağıtmayayım. İlgilenirseniz şuna tıklarsınız.

 En çok da Rose rolünü canlandıran İdil Yener'i beğendim. Ve kızıma vermeyi düşündüğüm isim olan Nora Tokhosepyan'ı çok sevdim inanılmaz derecede Rory'e benziyordu tarz olarak.(Oyundaki tarzı)

Oyunda en çok sevdiğim kısım ise önemli olanın  Türklerin Orta Doğu ülkesi mi yoksa Avrupa Ülkesi mi olduğu tartışmasından çok aslında Türklerin kendi içinde çok farklı kesimlerinin olduğunun yani Türkün Türke yabancı olduğunun 'alkolik karikatürist' tarafından yapılan tespiti idi. Ne kadar doğru şeyler söyledi.

Bilet fiyatları iki kategoride 40 ve 50 tl. Yeri ise Şişli Musevi Mezarlığının karşısında. Bir alışveriş merkezinin içinde. C bloktan giriliyor. İçerisini pek sevmedim ama tiyatro alanı güzeldi.

Velhasılı kelam sezonu çok güzel bir oyunla açmış olduk. Çok keyif aldık. Tiyatronun sahibi ve oyunun yönetmeni olan Mehmet Ergen'e bu güzel atmosfer için teşekkür ederiz.


http://tiyatrolar.com.tr/etkinlik/baba-ve-pic




12 Ağustos 2016

imlasız bir yaz yazısı

selam canım blog

bu günlerde adada ikamet ediyoruz. bol oksijen, toprak ve deniz. gerçekten çok iyi geldi. tek eksik bir divan şu balkonda. her yemekten sonra uzanmak istiyorum o divana. eşim bu oryant tarafımdan çok endişeli, nereye de götürse beni. halaylar çekip, divanlar arıyorum...

goodreadste kendime uçuk bir hedef koymuşum ne akla hizmet bilmiyorum. buradayken bol bol okuyabiliyorum. belki sene sonunda hedefin yarısına ulaşırım. bugün de peter pan i bitirdim. pek beğenmedim. ben niye böyleyim allahım herkesin bayıldığı fantastik şeylere ben niye bağlanamıyorum.

bebeğimiz olacak inşallah. cinsiyeti de kız:) 18. haftadayız. artık her an hareket edebilirmiş. heyecanla onu bekliyoruz.

hamilelikte saç kesilmez diyorlardı ama ben dayanamadım kestirdim. hem de küt. hiçbir zaman saçına şekil verebilen bi insan olmadığım için,  hep uzun olan saçlarımın tepemde duruşuna daha fazla dayanamadım.

hayatımda ilk defa fox dizisi izliyorum. ismi no 309. başroldeki kızla hamileliğimiz aynı gidiyor diye mi ne sardı beni bi de oyuncular çok iyi. sevinç erbulak bile var, esas kızla esas oğlan dışında herkes çok iyi oynuyor. var  mı izleyen?

yakın arkadaş çocuğu da başka seviliyor. bizim bi ezelimiz var baldan tatlı. yalnız yetiştirme ne kadar önemli bu sahillerde daha iyi anladım. her taraf çocuk kaynıyor. anneler kızıyor bağırıyor falan. ben ezelin annesinin yani biricik arkadaşımın bağırdığını hiç görmedim. büyük insan gibi hep konuşuyor. ezel de hiçbir şey tutturmuyor.

bir başka canım arkadaşımsa  yakında nişanlanıyor. eğleneceğiz ne güzel:)

ve bir başka yakın arkadaşımsa bu hafta kpss ye girecek. özel sektörde çalışmasına rağmen iki senedir gecesini gündüzüne kattı bu sınav için. mahvedilmiş bu düzende ne kadar şansı var bilmiyorum ama en güzelini diliyorum onun ve emek veren herkes için.

bu da böyle bir gündem değerlendirmesi olsun. çınarlıdan sevgiler:)





01 Temmuz 2016

hello again

Japonya'nın bitişi, Türkiye'ye geliş oradan Amerika'ya gidiş oradan hızla dönüş derken bünyem altüst olmuş durumda-idi. Gerçekten dibi buldum gibi. Ama gidiyorum gidiyorum bakıyorum ki dibin sonu yok. Ağlamaktan gebersen de değişen hiçbir şey olmuyor. Baş ağrısı ekleniyor yürek ağrına.

Ne oldu da bugün yazmak istedim, sanırım Sergül'ü okumak, onun hayatına tanıklık etmek. Sanırım tanıdığım en güçlü insan. Çünkü hayatta kalmak demek nefes alıp vermek değil, onun hakkını vererek yaşamaya çalışmak. Ve O bunu yapabilen nadir insanlardan. Her türlü eleştiriden uzak kalmaya çalışarak 'kendi olarak kalabilen' bir güzel insan.

Sergül benim tanıdığım birisi eminim onun gibi nice hayat kahramanları vardır. Bense 'yapım bu' diyerek dünyayı kendime dar edip duruyorum. Ve bu gidişata bir son vermeye karar verdim bu sabah. Elimden geldiğimce deneyeceğim. Yaşadığım her dakikanın hakkını vermeye çalışacağım. Kendime söz veriyorum. Buraya da yazıyorum ki dönülmez olsun sözüm.

ADİOS AMİGOS

04 Nisan 2016

Lawrence merkeze ilk gidişin yazısı


Geçtiğimiz cumartesi günü karar verdik şehir merkezine gitmeye. Yaşadığımız şehirde herkesin arabası olduğundan mı bilinmez, toplu taşıma olayı çok zayıf. Mesela metro yok. Otobüslerse çok sınırlı. Burası üniversite merkezli o yüzden öğrenciye bedava,kampüs içinden binerse normal vatandaşa da bedava. Neyse iki aktarma ile vardığımız -toplamda yarım saat sürüyor- şehir merkezinde beni ilk karşılayan şey güzel mi güzel şehir kütüphanesi oldu. Gitmeden şehir haberlerine baktığımda üç gün sürecek bir kitap indirimi olacağını biliyordum. Dolayısıyla ilk durağımız, kütüphane altına kurulan indirimli kitap standıydı. Çok tatlı bir indirimdi. Kitapların hepsi bir dolar, kalın kapaklılar iki dolar:) Sonuçta 17 dolar tutan paha biçilemez bir sevinç yaşadık.


Oradan ayrılıp biraz da dükkan gezelim dedik. İlk girdiğimiz dükkana bayıldık. El yapımı objeler satıyor. Harry Potter standı vardı ve çok güzel yastıkları, posterleri hatta mutfak kepçeleri vardı. Ama tabi el yapımı olduğu için biraz fiyatlıydı. Bu dükkanda interneti bağlatmak için gittiğimiz turkcell gibi bir telekomünikasyon firmasında bize yardımcı olan elemanı gördük ve selamlaştık, hal hatır sorduk mesela çok şaşırdım ve sevindim. Küçük bir yer oluşu, herkesin birbirini az çok tanımasına imkan sağlıyor. Çok tatlı bir duygu. Sonra çok güzel bir kitapçı gezdik, ikinci el bir kitapçı ama harika bir yerdi. Bizim sahaflar gibi kaderine mahkum bırakılmış değildi hiçbir şey. Gayet bakımlı araya koltuklar serpiştirilmiş, kedi geziyor çocuklar da onun peşinde... Çok sıcak bir ortamdı.






Sonra bir yerde yemek yedik. Hava da çok güzeldi şansımıza. Dışarıda oturduk. Ben pinterestte hep görüyordum, sarı kabağı spagetti gibi ince ince kesip salata yapıyorlar. Menüde onu görünce denemek istedim, çok da beğendim. Bir de burada restaurantta garson sürekli masaya gelip her şey yolunda mı diye soruyor. İlginç bence.



Az vaktimiz kalmıştı ama aklımda bir de antikacıya gitmek vardı. İçeride yalnızca on dakika kalabildim. Ama çok güzel bir Norman Rockwell eseri kaptım. Ba-yıl-dım! Müze serisinden bir biblo, banyoma yerleştirdim hemen. Ama doyamadım antikacıya, haftaya  muhtemelen yeniden gideceğiz:)




Şimdilik bu kadar görüşmek üzere sevgili blog:)

28 Mart 2016

Merhaba Amerika


Amerika'ya gelme ihtimali Japonya'daki ilk senemizden sonra hep vardı. Ama kesin değildi. Ve ben de sürekli gel git içindeydim. Çoğunlukla da gitmek istemiyordum. Çünkü Japonya'da çektiğim hasret, zorluklar vs beni baya yormuştu. Yine yeniden aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Ailelerimizin yanında korunaklı daha rahat bir hayat sürmek istiyordum. Ama zaten gideceğimizin de kesinliği olmadığı için bu konu bir açılıp bir kapanıyordu. Derken bu konu çok kötü bir günde, hocamızdan aldığımız 'her şey hazır, sizi bekliyoruz' mesajıyla açıklığa kavuştu. En azından belirsizlik bitmişti ben de biraz biraz kabullenmiş gibiydim. Ama içimdeki bu isteksizlik konsolosluk sabahına kadar sürdü. Nasıl çıkabilirim işin içinden bilmiyordum. Kalalım diyemiyordum çünkü bunun mantıklı hiçbir yönü yoktu. Derken derken yine karmakarışık duygularla geldiğim bu yeni ülkeyi inanır mısın blog ilk girişte sevdim. Ve kendiliğinden oldu. Yani madem yaşayacağız sevelim diye değil. Bildiğin sıcak karşıladı beni. Bunda eski sevgili İstanbul'un beni delirtmiş olmasının da büyük payı olabilir tabi. Onun o kavgacı, bekleten, bencil, kendine bakmaz halleri beni oldukça kavgacı yapmıştı ona karşı. Kansas ise mart ayında olmamıza rağmen güneşiyle karşıladı beni, güler yumuşak yüzüyle... Kışın ortasında hamakta uyuyakalabildim. İnsanlar sanki kırk yıllık ahbabım. Aradaki farkı basit bir örnekle tüm yakınlarıma anlattım buraya da yazayım.

İstanbul'da gece geç bir vakit Osmanbey'deki evimize dönüyorduk. Evin yanında çokça otopark var bunların bir de kocaman bir çoban köpekleri var. Nasılsa gece diyerek tasmasız bir şekilde salmışlar sokağa, Köpekcağız oyun yapıyor heralde ama havlıyor, geçit vermiyor, sırtıma atlıyor ki ben köpekten korkmam. Ama gecenin bir yarısı ve biz evimize girmek istiyoruz. Fakat köpek kesinlikle geçit vermiyor. Derken kocam otoparka seslendi ki gelin köpeğinize sahip çıkın diyerek adam çıktı ve yerden eline bir taş alarak köpeği korkutarak kontrol altına almaya çalışaraktan  bizi korudu(!)

Buraya geldiğimizde ise bir gün yürüyüş yapıyoruz. İki tane adam da üç tane tasmasız köpeği gezdiriyordu. Aramızda otuz metre filan var ki biz hiç bir korkma emaresi göstermiş değiliz. Adam sakin bir şekilde köpeklere oturma talimatı verdi o üç tane koca köpek sakince oturarak bizim geçmemizi beklediler.

Yok ya dedim bırak atlasınlar sırtımıza biz alışkınız:))) Yani bu kıssadan hisse tüm farkı ortaya koyuyor işte.

Tabiki genelleme yapmak istemem, Amerika süper bir yer demek istemiyorum. Bu yaşadığımız yer biraz daha korunaklı bir bölge. Biraz daha yerel halkının yoğun olduğu bir alan. Bir büyük şehir sayılmaz.  Ama ben zaten Tr ye dönsem de büyük bir şehirde yaşamayı kesinlikle istemem. Japonya'da bu sakinliğe çok alışmışım. Burası keza öyle. Çok şükür.

Ben aslında buraya getirdiğim kitaplarımdan bahsedecektim ama başka şeyler yazasım varmış. O da bir dahaki yazının konusu olsun bari. Sevgiyle kalın...

20 Ocak 2016

Teşekkürler Japonya

Selam sevgili blogum

Japonya maceramızın sonuna geldiğimizi gururla sunarım. Eşim doktorasını aldı. Evliliğimiz üç yılını doldurdu. Hayatımda hiç aklıma gelmezdi buralarda yaşayacağım. Tamamen körlemesine geldiğim bu ülke bana çok şeyler öğretti. İşte bazıları



  • Ağaçları, çiçekleri fark etmeyi, onlara dokunmanın iyi geldiğini
  • Gök yüzüne bakıp, havayı koklamanın güzelliğini
  • Çöplerin nasıl beş yüz çeşit olduğunu 
  • Çöpü atarken bile düzenli olmanın güzelliğini
  • Tanımadığın insanlarla selamlaşmanın sıcak duygusunu
  • Sıra beklerken sinirli olmaya gerek olmadığını
  • Yaptığın her neyse özenle yapmanın huzurunu
  • Kurallara uymanın getirdiği düzenin güvenini diye uzar gider ilk aklıma gelenler bunlardı.
Japonca girdi hayatıma, hayatımı idame ettirebilecek kadar öğrendim. Hiç yoksa kafamda onlarca Japonca kelime ve cümle var. Bundan büyük mutluluk duyuyorum.

Koreli dostlarımız oldu, onlarla harika vakit geçirdik. Ucundan kıyısından kültürlerini tanıma fırsatımız oldu. Kilometrelerce ötede ne kadar benzer bir kültüre sahip olduğumuzu gördüm. 

Çalıştım, dilini bilmediğim bir ülkede kendi paramı kazanma fırsatım olunca "Dünyanın her yerinde yaşarım ben, ekmeksiz kalmam" dedim. Kendimi çok sevdim.

Yukata giydim, onsene gittim, sashimi yedim. Üç sene önce duysam bu kelimeleri 'O ne ki ya ?!' derdim. Öğrendiklerimin devede kulak olduğunu görüyorum her gün. Dünyada ne çok öğrenilecek, tecrübe edilecek şey var Allahım! 

Yoga yaptım, asla unutamayacağım duygu değişimlerini deneyimledim.

Parasız kaldık, yumurtanın ne kadar işlevsel bir besin olduğunu öğrendik.

Buraya gelmeden önce kendimi çok güçsüz sanırdım. Halbuki mecbur kalınınca insan dağları bile delermiş bunu anladım. Ama bu dağ delmede yalnız değilse, sevdiceği ile birlikteyse dağ delmenin de keyifli hale gelebildiğini öğrendim. Hrant Ahparig' e neden yurt dışında yaşamıyorsunuz diye sorduklarında "Benim kendi cennetimi, kendim didişerek yaratmak isteyen bir yapım var. yani biraz kavga etmek daha güzel bir yaşam gibi geliyor." diyor aynı şeyi
kendimiz için düşünüyorum. İstanbul'da ailelerimiz yanında korunaklı ve rahat bir yaşam sürebilecekken, Japonya'da yer yatağında üç sene geçirdik. Ama paha biçilemez deneyimler elde ettik. Ve bir ay kadar İstanbul'da kaldıktan sonra kısmetse bu sefer de dünyanın bir başka tarafında Amerika'da sürecek maceramız. Umarım bizi güzel günler bekliyordur. Ama şimdi içimde iki gün sonra İstanbul'da olmanın mutluluğu var. Görüşmek üzere:)