19 Aralık 2011

Ilık bir aralık günü


Bugünden başlayarak geriye gideceğim.Bugün en sevdiğim günlerden biri çünkü izin günüm.Sendrom mendrom olmuyor dolayısıyla.Oyalana oyalana hazırlandım.Ve öğleden sonra Berrak'ımla buluştuk.Yemek yedik gezdik dolandık.Kadıköy'de gezmeyeli epey zaman olmuş.Berrak'ı oradan oraya sürükledim.Bana çok güzel bir hediye hazırlamış.Öncelikle onu söyleyeyim özel insandan özel hareketler.

Sonra bir sürü kitapçı gezdik kendime hediye aldım kırmızı bir ajanda hediye paketi yaptım yeni yılda açacağım.Anneme de ajanda aldım Melek Ajandası.Dostlara bir kaç hediye derken poşetler doldu taştı.Lenslerde kampanya varmış bir senelik de lens aldım.Yanlış olmasın numaralı lens miyopum da.Bu da başka bir dosta alınan hediye:)Ben ne alırım ya kitap ya defter:)




Sonra Alkım'ın üstündeki Balzac Kafe'de oturduk.Oradan kalktık benim hiç gitmediğim hep dinlediğim Baylan'a Berrak'ın teklifiydi hemen üstüne atladım bu fikrin.Çok beğendim ortamı o nostaljik havayı.Diyetteyim bir haftadır diyetisyene gitmiştim geçen hafta bugün.Ama dedim ilk kez Baylan!a geliyorum.Berrak da dedi ki : " Bir tane elmalı turta söyleyelim paylaşalım." tabi ki şahane bir fikirdi.Ve haftanın en tatlı günahına girdim:)İyi ki de girdim hiç pişman değilim.Saçma sapan birşey için bozmadığımı düşündüğüm için içim rahattı.Elmalı turta öyle bir geldi ki ba-yıl-dım!





Özetle şahane bir gün geçirdik!

Bu arada cumartesi günü Devlet Tiyatrosunda oynayan Birdy adlı oyuna gittik dershaneden arkadaşlarla.Tamamen rastgele seçtik oyunu cumartesi akşamı bir oyuna yer bulmanın heyecanıyla.Ben beğendim oyunu ama en çok da oyunculukları beğendim.İki çok yakın arkadaşın hikayesini anlatıyor.İki planda işleniyor oyun biri bu dostların geçmişini oynayan gençler dekorun üst kısmında.Diğeri ise Vietnam Savaşından sonra biri bedenen yaralı biri psikoloji yaralı olan hallerini oynayan oyucular.Birdy adından da belli olduğu gibi kendini kuşlarla özdeşleştiren biri.Arkadaşı Alphonso ise onu yüreklendirip konuşturmaya çalışan çavuş arkadaşı.Savaşın insan üzerindeki etkilerini anlatıyor.Dediğim gibi oyunculuk çok iyiydi.Bu aslında bir kitapmış hatta filmi de varmış.Hiçbirinden haberim yoktu.Ben iyi ki izlemişim diyorum.
Post uzadıkça uzadı daha filmi yazacaktım ama yarın iş günü hazırlık yapmalıyım.Benden bu kadar sevgiler...


14 Aralık 2011

NG DOĞA,MUCİZELER VE BÜYÜK GÖÇLER KOLEKSİYONU

Bu yazı serisini sonradan yayınlar mıyım bilmiyorum.Yine unutmayayım diye yazmam gerekiyor çünkü.Öğrencim NG belgeseli koleksiyonu olduğunu ve bana getirebileceğini söyledi ben de her hafta 2 tane getirmesini söyledim.İlk getirdikleri Mavi Balina Krallığı ve Anne Karnında İkizler,Üçüzler,Dördüzler oldu.Ben bugün kahvaltıdan sonra çayım eşliğinde serinin 11. cd si olan Mavi Balina Krallığı'nı izledim.Arkasındaki yazıdan aynen aktarıyorum:

Mavi balinalar, dünya üzerinde yaşamış en büyük hayvanlardır.Ama ne kadar büyük olsalar da bulunmaları ve izlerinin sürülmeleri oldukça zordur.Yavruladıkları bölgelerin bazılarının nerede olduğu hala büyük bir sırdır.Dünyanın en önde gelen balina bilimcilerine, Kaliforniya mavi balinalarını Costa Rica Dome denilen bir bölgeye göç etmeleri sırasında bulup işaretlemeleri görevinde eşlik edin.Bu inanılmaz yolculukta ,hafızalardan silinmeyecek yepyeni görüntülerle bu inanılmaz yaratıkların hayatına daha önce hiç olmadığı kadar yakından bakacaksınız.

demiş demesine ama bu işaretleme işini izlemek biraz sıkıcıydı.İzlediğim en güzel görüntü yavru balinanın doğuşu idi.Aldığım notlar ise şunlar :

  • Mavi balinanın boyu iki otobüs kadar kilosu ise 200 ton
  • Balinanın kanı suda hemen donuyor ki diğer balıklar kan kokusunu almasın.
  • Balina yavrusu 8 m uzunluğundadır.
  • Yavrular 7 ay süt emerler ve bu sütün %40 ı yağdır dolayısıyla yavru balinalar her gün 100 kg alırlar.
  • Yavru balinanın yetişkin olma süresi 10 yıldır.
  • Kosta Rika Kubbesi, Orta Amerika'nın batısında birbiriyle buluşan rüzgâr ve akıntıların etkisiyle dipten yükselen soğuk, besin kaynakları açısından zengin bir su kütlesi. Sabit bir yeri yok; zaman zaman yer değiştiriyor ancak genellikle kıyıdan 500 ile 800 kilometre açıkta görülüyor. Yükselen su kütlesi, termoklinin -derin, soğuk sular ile yüzeyin sıcak suları arasında kalan sınır katmanı- yüzeye on metre yaklaşacak kadar yükselmesine neden oluyor. Derinlerden gelen soğuk, oksijen açısından fakir suyla birlikte nitrat, fosfat, silikat ve diğer besinler de yüzeye yaklaşıyor. Bu da denizin ortasında, çöldeki vahaları andıran, zengin bir beslenme bölgesi oluşmasını sağlıyor. Kubbenin derinlerden yüzeye doğru yükselen besinleri fitoplanktonun minicik bitkilerini besliyor, ki bu bitkiler zooplanktonun minicik hayvanlarına besin sağlıyor, ki onlar da, daha büyük hayvanların gelmesine neden oluyor ve bunların bazıları gerçekten de epeyce büyük.
  • http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/0903/konu.aspx?Konu=6 detaylar burada.

05 Aralık 2011

Herşeyden biraz

Başlangıçları çok severim ve aralık ayının başlaması yeni bir senenin başlamasının da az kaldığının habercisi olduğu için bu yıl onu da sevgiyle karşıladım.Yeni yıl klişelerinden pek hoşlanmam inanmam da ama nedense içimde 2012 ile ilgili çok büyük umutlar çok güzel hisler var.Yeni yıl yazısı değil tabi ki de bu yazdığım sadece huzurlu ve mutlu olduğumun bir göstergesi hem de ortada sevinecek bir şey yokken huzurlu ve mutluyum bu benim gibi şu da olsun bak o zaman nasıl mutlu olacağım deyip de mutluluğunu sürekli erteleyen biri için büyük bir adım.

Gelelim bu günlerde neler olduğunu en yakın tarihten başlayayım:Dün yaşam mimarım sevgili annemin doğum günüydü.Ben çalışıyordum malum o yüzden akşam yemeği için bana yakın bir yere seçti bizimkiler.Beraber yemek yedik.Yemek yediğimiz yeri özellikle söylemek istiyorum çünkü ısrarla et sevenlere tavsiye ederim.Kavacık'ta İntiba diye bir mekan.Öğretmenler gününde bizi oraya götürmüşlerdi yemeğe çok beğenmiştim.Ben de bizimkilere orayı tavsiye ettim.Annemler de çok beğendiler yemekler,mekan ve sunum hepsi oldukça başarılı.Baktım şubeleri de varmış ben sadece Kavacık'tan mesulum:)
Neyse sonra sinemaya gidelim dedik öncesinde biraz dolaştık ve zararlı çıktım.Çünkü uzun süredir kitap almıyordum ama dayanamayıp aldım bu sefer hem de çocuklara hitap eden bir atlasa 25 lira verdim bilerek isteyerek biraz içim acıdı ama coğrafya bilgim yerlerde sürünüyor temelden başlamalıydım:)Şu nautilusta sinema katında çocuk kitapları satan bir yer var ya hani işte oradan aldım.Ve şu sitede aynısını 12.5 liraya görmekle yıkıldım( http://www.pegem.net/kitabevi/125019-Bizim-Dunyamiz-kitabi.aspx) Bir de125 yazarın ortak imzasıyla basılan Ahmet Şık'ın 000KİTAP "Dokunan yanar" kitabını aldım.Bugün başladım okumaya.
Filmden bahsedecek olursak  filmde hoşça vakit geçirdim çok güldüğüm yerler oldu.Filmde çevreci grubun pantomim yaptığı sahnede karşı grup mevlüt okutmaya kalkıyor ve bekçi elinde megafonla gelip bismillah de çocuğum allah de çocuğum dedirtmeye çalışıyor pantomimci gruba,çok iyi bir sahneydi.Ama filmde ne kötüydü dersek mesajın çok açıkça verilmeye çalışılması kendinin de filmin sonunda dediği gibi açık reklam yapışı gibi şeyler çok itici geldi bana.Bir de sanki vizontelenin batı versiyonu gibi.Ben genel olarak beğendim ama güzel vakit geçirdim tavsiye ederim.

Geçende de Berrakla buluştuk gezdik dolandık Mephistoya gittik kitaplara baktık aklımızda kalan çok şey oldu tabi o şiir kitabı beğendi ki şu şiir yazıyordu arkasında beğenmemek elde değil

       Heart!We will forget him!
       You and I - tonight!
       You may forget the warmth he gave
       I will forget the light!


                                                  When you have done, pray tell me
                                                  That I my thoughts may dim;
                                                  Haste lest while you're lagging.
                                                  I may remember him!  
                                                                                       Dickinson

Neyse oturduk Mephisto'nun kafesine "Ben dayanamayacağım gidip alayım kitabı" dedi gitti.Gelirken elinde bir paket bana hediye almış.Afili Lügat o kadar mutlu oldum ki anlatamam!İçine de not yazmış:))Seni 186. sayfada bekliyorum diye bayılırım böyle şeylere.Ve orada yazan aforizma da şuydu ki beni bir kat daha mutlu etti :
"Beğendiğim ya da hayran olduğum kişiler arasında ortak bir payda bulamıyorum ama sevdiklerim arasında buluyorum: Hepsi beni güldürüyorlar." Auden demiş.

Ben de ona bu armağandan onun için seçtiğim bir aforizmayı paylaşıyorum:
"Hayat her zaman  eline iyi kağıt gelmesi demek değil.Bazen de kötü elle iyi oynamak demek."Stevenson  

Herkese iyi haftalar diliyorum.
                                                       

25 Kasım 2011

Fado...

Öncelikle bu yazıya sebep olanlara teşekkürü bir borç bilirim."Hayat izlerim"in Arabesk İtiraf yazısı ve ona gelen yorumların birinde (Oğlak kızı) "fado" nun varlığından söz etmiş ki ben hayatımda ilk kez duymanın utancı içine girdim.Oturdum onu araştırdım.Wikipedia'dan öğrendiğime göre Portekiz'e ait bir müzik türüymüş.Farklı söylentilerde olsa en çok hoşuma gideni şu oldu:Fado;balıkçı,kaşif yada denizci olan sevgililerini,eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yy.ın Portekiz kadınlarının artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlarmış.
Kelime anlamı olarak ise latinceden geldiği ileri sürülen fatum yani kader kelimesinden geliyormuş.Bu müziği icra eden en meşhur sanatçı ise Amalia Rodrigues imiş.Hemen videosunu paylaşıyorum çok da güzel hiç yabancı gelmedi nedense daha önce dinlemiş gibi bir his yarattı bende.Keyifli dinlemeler,sevgiler...


14 Kasım 2011

Ortaya karışık

Bugünlerde dershanede işlerim biraz yoğunlaşmaya başladı.İki yazı öncesinde işlerimi bir düzene oturtamadığımdan bahsetmişim.Durum hala aynı.Zaten lisedeyken falanda aynı anda bir çok işi yapmayı başaramadığımdan hep bunu yapabilen kızlara özenirdim.Hem derslerinde başarılı,hem her daim bakımlı hem sevgilileri olan kızlar vardır ya.Nasıl oluyor da aynı anda hepsini yapabiliyorlardı hem hayret edip hem de hayran olurdum.Ben bunlardan sadece derslerinde başarılı olma kısmını gerçekleştirebiliyordum.Gerçi üniversiteyi kazanınca acısını çıkardım.Biricik aşkımla tanıştık gezdik tozduk ama bu seferde not ortalamamı düşürdüm tabi:)Neyse özetle hala masam da karışık saçlarım da kafam da:)Yine de bu kaos ortamımda iki film izleyip bir kitap bitirdim.Buraya da onları paylaşmaya geldim
.
Bu sefer popüler takıldım filmler konusunda.Şu herkesin gerildiği Paranormal Activity 3 filmini izledik kuzenimle ki tam bir vakit kaybı allahtan evde izledik yoksa ona verdiğim paraya çok acırdım.Korktuğum sadece korkan kuzenimin beni sarsması sureti ile verdiği tepkilerdi.

Bir de sevgilimle 'Ölümsüzler' filmine gittik.Mitolojideki tanrılarla titanlar arasındaki savaşı anlatıyordu.Film 3 boyutlu bu arada yani görsel anlamda güzel bir filmdi ama pek tarzım değildi tabi.Yine de izlemekten mutlu olduğumu söyleyebilirim.Gerçi kafamdaki Zeus imgesini mahvettiler ama olsun.



Bu arada Ahmet Ümit'in Patasana kitabı bitti.Çok beğendim zaten seviyorum Ahmet Ümit okumayı hele ki bu kitabım imzalıydı geçen sene Tüyap'ta imzalatmıştım.Her kitabı farklı konulara merak sarmama sebep oluyor.Bu kitabından sonra da arkeoloji ilgimi çekmeye başladı.Hadi bakalım hayırlısı.Bu günlük bu kadar herkse mutlu haftalar dilerim...

06 Kasım 2011

Evde tek başına:)

Bayramın ilk saatlerinin bilançosu:
Annemlerin Balıkesire'e gitmesiyle sabah saatlerinden ev bana kaldı.Ve bana verilen bu yetkiye dayanarak özgürlüğümün ,yalnızlığımın tadını çıkarıyorum.Yanlış anlaşılmasın ailemi çok seviyorum ve onlarla çok mutluyum ama benim ara sıra  yenilenebilmem için kendimle kalabilmem de şart.(annemleri de bu şekilde ikna ettim)Neyse hemen bir demlik çay demledim.Babaannemin yolluk niyetiyle yaptığı börekleri katık yaptım.Ee ne de olsa benimki de bir yolculuk sayılır içsel de olsa:)Sonra geçtim üçlü kanepeye aldım battaniyeyi üstüme bir de ne göreyim tv de yaşamdan dakikalar var ve daha güzeli Yeni Türkü konuk.Derya Köroğlu 'başka türlü bir şey benim istediğim' derken ben tam da olmak istediğim yerde ve olmak istediğim şekildeydim:) Program bitti sonra bir film patlattım."koyulacisiyahayakın" o da beni mest etti.Şimdi mutfağa gidip en sevdiğim şey olan kısır yapacağım.Ve sonrada elimdeki o çok güzel Ahmet Ümit kitabı olan Patasana'yı bitireceğim.Bu arada bayram mesajları falan geliyor telefonuma aranacak insanlar var ama halka ilişkileri yarına bırakıyorum.Bugün kendim için yaşıyorum.Kendimi çok seviyorum:)
Herkese de kendi keyfince güzel bir bayram diliyorum...

13 Ekim 2011

Bloguma yazmak istiyorum istiyorum ama bir türlü yeterli vakti bulamıyorum.O yüzden şimdi son zamanlarda neler yaptığımdan biraz bahsedeyim ki unutulmasın geçen günler.
Öncelikle hayatımdaki en önemli değişikliğe sebep olacak gelişmelerden bahsedeyim.Sevgilim Japonya'dan doktora bursu kazandı.O yüzden geçtiğimiz günlerde ortamı değerlendirmek adına Japonya'ya gitti.Kasımın ortalarında dönmesini beklerken sürpriz yaptı ve erkenden dönmeye karar verdi.Ve bunu benden başka hiç kimse bilmedi yan sürpriz yaptık.Ben havaalanına gittim karşıladım:)Sevdiğin birinin o kapıların ardından gelmesini beklemek çok ayrı bir heyecan "Kapın her çalındıkça O mudur diyeceksin":)) şarkısında olduğu gibi:)Sonuçta kapılar açıldı ve sevgilim geldi.Annesinin babasının dükkanına gittik ama ben girdim içeri uğramış gibi işte hoş beş ederken ben Bay G kapıdan göründü önce babası görür gibi oldu 'olmaz böyle şey' derken artık iyice görünen sevgilim annesini gözyaşlarına boğdu...Yani güzel bir kavuşma anı oldu...Yukarıdaki sevimli de hediyem:))

Bunların dışında ise işe gidip geliyorum işimi çok seviyorum mesai saatleri esnek dersim bitince çıkabiliyorum eski çalıştığım yerin çalışma şartları çok ağırdı o yüzden burada çok mutluyum sadece yolu biraz uzak onun dışında herşey tıkırında.Bir de şöyle birşey var branşım biyoloji ama üç sene boyunca fen bilgisi öğretmenliği yaptım şimdi biyoloji arka planda kaldığı için derse giderken epey bir hazırlık yapıyorum bu da kitap okumaya ayırdığım zamanı zorluyor çünkü hiç planlı değilim bir türlü rayına oturtamadım.Çok geziyorum sağa sola bu aralar.Artık biraz evde oturma kararı aldım(ya da babamlar tarafından zorla bu kararı mı aldım desem daha doğru olur:))Babam kızım bak çok geziyorsun bu aralar falan diye söyleniyor valla itiraz bile edemiyorum hakikaten ben bile yorgun düştüm:)





















Filmekimin de çok güzel bir film izledim Cafe de flore (ruh eşim) film konusu işlenişi herşeyiyle harikaydı çok etkilendim ama en çok da Down sendromlu çocuklara sempatim arttı sarılasım geldi...Bu arada yanlış anlaşılma olmasın film Down sendromlu çocuklarla doğrudan alakalı değil.Çok farklı şeyler mevcut mutlaka ama mutlaka izleyin derim.Ruh eşime pazar akşamı gitmiştik.Ertesi güne de filmimiz vardı sabah 11 de "Gökten bir uydu düştü" .Biletler biletix de değil Berrak daydı:)O da uyuyakalmış dolayısıyla geç kalmış.Ben de ani bir kararla Bir zamanlar Anadolu da filmine girdim hem de tek başıma.Hayatımda ilk kez tek başıma sinemaya gittim ve çok ama çok keyif aldım.Bu tadı aldım ya daha da giderim...Çıkışta da sevgilim geldi yemek yedik he bir de bu arada iki tane kitap aldım o gün okuyamıyorum ama maşallah pek güzel alıyorum:)Bugün de dersim yok evdeyim inş elimdeki kitabı bitireceğim.Şimdilik bu kadar herkese mutlu günler diliyorum...

19 Eylül 2011

Haneberduş

Kitapla ilgili yazmadan önce şunu anlatmak isterim.İş yerinde bir arkadaş Şehrazat'ın Binbir gece masallarını okuyordu alıp şöyle bir bakayım dedim ve şu harika dizelerle karşılaştım hemen paylaşıyorum

                 Sırrını saklamayı bilmeyen sabrı ne bilsin!
                    Bastırınca felaketler üst üste ölüm dilersin!
                        Dost uğruna katlanılır,bütün derde çileye!
                              Sakla sırrını sabırla,devadır o her türlü hileye!
                                      Öleceğim elbet ben de,derdim saklı içimde!
                                                   Selam olsun sözlerim bu felaketin sebebine!


Çok etkilendim her gün dua gibi okumam lazım ki hayata geçirebileyim.
Neyse gelelim kitaba öncelikle haneberduş'un kelime anlamını söyleyeyim evi sırtında gezene verilen bir sıfat.Bu kitap aslında bir serinin sekizinci kitabıymış.Deneme türünde on monolog,dört seslenme,kova dolusu ve anlatma bana atları başlıkları ile dört bölümden oluşuyor.Ben yeni öğrendiklerimi burada yazacağım  ki aklımda kalabilsin bilenler kusuruma bakmasın.Mesela Cecilia Bartoly'nin dünyaca ünlü bir opera sanatçısı ,Glenn Gloud 'un Kanada'lı çok ünlü bir piyanist olduğunu öğrendim ve Gloud'u araştırırken Bitik Adam diye bir kitap olduğunu (http://www.ykykultur.com.tr/kitap/?id=69) keşfettim.


Cecilia Bartoly

Glenn Gloud







Şimdi kısa kısa öğrendiklerimi yazıyorum.
Tanınırlık üzerine yazdığı denemesinde tarihe geçmek için Efes tapınağını yakan Erostratos'u tanıdım.

Dalgınlık üzerine yazdığı denemesini de Alphonse Allais 'in şu sözüyle bitirmiş:"Gözlüğünü kaybetmek ve onu bulduktan sonra takıp aramaya koyulmak."

Uykululuk denemesinde "Başkaları acı çekerken nasıl uyuyabiliyoruz" sorusunu soruyor.

Ölümlülük üzerine şu çok anlamlı cümleleri yazmış:"Dünyaya sizin gelmiş olmanız tansıksı(doğa üstü olay) bir rastlantıdır,gidecek olmanız kaçınılmaz bir sıradanlık biçiminde karşınıza çıkar."

Evet sanırım bütün kitabı alamayacağım buraya çok şeyler kattı bana bu okuduğum ilk kitabıydı daha da okurum.Elinin altında olacak açıp açıp okuyacaksın yeni şeyler keşfedeceksin öyle bir kitap.

18 Eylül 2011

Sahaf ziyafeti

Mutluluktan dört köşe ben:)
Cuma günü için bq ile sözleşmiştik.Benim işim erken biticekti.Çünkü sadece sınav gözetmenliği vardı o gün öğleden sonra dersim yoktu.Çıktım ve ilk otobüsle karşıya geçtim ama bq geç kalabileceğini belirtince metrocity e uğramaya karar verdim şu gece giyilen taşlı babetlerden aradım tüm ayakkabı satan dükkanlarda.Fakat ellerim bomboş çıktım.bq gelmek üzere olduğunu söyleyince hemen atladım metroya ver elini Taksim.Demirören'in önünde buluşalım dedik.Ben o ara hemen D&R a girip Oruç Aruoba 'nın kitabını aldım bq'ya hediye etmek maksadıyla.Bu arada D&R'dan hiç hoşlanmıyorum aynen süper markete benziyor.Neyse Demirörenle Ağa Camii arasındaki sokaktan giriyorsun sağa sonra sola sapıyorsun orada Mangal Keyfi diye bir yer var.Burası salaş bir yer ama çok lezzetli dürüm yapıyor ve de köpüklü açık ayran.Fiyatları da çok uygun bir de içeride çalan müzikler çok güzel.Duvarlar da eski film afişleri,konser haberleri falan var.Yani kebapçı konseptinden çok uzak.Neyse burada güzelce karın doyurduktan sonra yine yol üzerindeki ayakkabıcılarda babet arayışıma devam ettim tabi bu sefer bq da arayışıma katıldı.Can yayınlarına girdik bq kitap aldı.(Yukio Mişima-Yaz ortasında ölüm)
Derken derken sahaflara vardık önce eski fotolar ve kartpostallara daldık.Keşke alıp kutuyla eve getirebilsem.Günlerce incelesem doymam.Sonrasında aldığım kitaplar ise işte burada,çok mutluyum!!!Vedat Türkali'nin  altında ismi belli olmayan kitap da "Pardayanlar" bu kitabı Emre Kongar'ın "Yaşamın anlamı" isimli kitabında okumuştum:"Bilmem şimdiki gençler ,Mişel Zevako'yu(Pardayanlar'ın yazarı),Abdullah Ziya'yı ve Feridun Fazıl ile Nihal Atsız'ı tanıyorlar mı?Daha doğrusu okuyorlar mı?" Bir ezilip büzülmüştüm.Sahafta elime geçti on ciltlik bir takım olduğunu biliyordum ve elime aldığım da ilk kitabıydı.Hemen aldım:)



Peki bu "Bir gün tek başına" nın kapağının güzelliği nolucak?Şu solda gözüken de yoga ile ilgili.Doyamadım sahaflara zamanı da uzatmışlar bu hafta da devam edecekmiş.Bir daha da giderim gibi.Yalnız suya bir lira para vermek canımı sıktı tedbirli olun derim.Dinlemek ve tabi ki çay içmek için Galata'nın altındaki çaycıma gittik yine.Fotoları da orada çektik zaten.Sonra Kadıköy Vapuru.Bir de orada Seyhan'a uğramadık mı iki kitap da oradan kaptım.Şimdi kitaplarımla güzel günler bizi bekler...

12 Eylül 2011

İlk Aşk

Geçen sene Beyoğlu Mephisto'dan ki burası en sevdiğim kitapçıdır.Varlık yayınları indirimdeyken 'İlk Aşk'ı almıştım.Okumak bir sene sonrasına kısmetmiş.
Bu kitabı elime aldığım gibi bitirdim.O kadar akıcı bir dili vardı ki ve hikaye de aynı şekilde sürükleyiciydi.
Kitap bir dost meclisinde ev sahibinin konuklardan ilk aşklarını anlatmalarını istemesiyle başlar.Ama Vladamir Petroviç dışında kimsenin ilginç bir öyküsü olmadığından herkes bir iki cümle ile hikayesini özetlerken Petroviç lafı uzatmamak adına ben size başımdan geçenleri yazıp vereyim der ve bu romanda onun yazdıklarıdır zaten.
Petroviç'in kendine göre şaşırtıcı bulduğu aşk hikayesi bana göre bilindik olmasına rağmen romanın güzelliği onun saf temiz duygularındaydı.Dediği gibi tam bir ilk aşk öyküsü.İnsanın ilk aşkı saflıktan başka nedir ki?Bu roman da aynen böyle.1860 yılında yazılmış ama duygular o kadar tazecik ki.Yıllar içinde herşey değişirken hissedişlerimizin,aldanışlarımızın,kendimizi kandırışlarımızın aynı kalabilmesi bence çok şaşırtıcı.En azından ilk aşkında bence herkes masum.Sonrasında araya hesaplar,planlar giriyor yine de seviyorsun elbette ama yöneterek,yönetilerek.Bu da o masumluğu yok ediyor işte.

Bu kitabı okuyunca insan ister istemez ilk aşkını düşünüyor.Aslında ilk hayranlığını.Şimdi maziye dönme sırası sizde.En masum duyguları kimde bıraktınız?



Güre-Balıkesir

06 Eylül 2011

Bozcaada günlükleri

Şimdi daha iyi anlıyorum Can Yücel'in Datça'sını Buket Uzuner'in Moda'sını ve aklıma gelmeyen onca yazarın hem denizi hem sükuneti bulduğu ve bence biraz da gücünü bunlardan aldığı yerleri tercih edişini.İnsana böyle yerlerde bir yazma hissi geliyor tabi herkes büyük yazar olamıyor ama illa da bişeyler karalamak istiyor .


Dokuz günlük bayram tatilimin ancak son gecesinde böylesine huzurlu bir şekilde kendimle başbaşa kalabiliyorum.Sağımda ince belli çay bardağım solumda Yılmaz Güney kitap ayracım.
Bulunduğum ortamsa Bozcaada'da eski bir ev.Evin çok güzel bir özelliği şu ki bittiğini sandığın yerde ev sokağa açılır gibi dışarı açılıyor.Ama bahçe duvarlarıyla çevrili olduğu için kimse seni göremiyor.Burada eski bir divan var önünde de masa.Uzaktan,inceden keman sesi geliyor ve tüm bunlar gerçek.Ben gerçeğim!Yaşıyorum ve çok zevk alıyorum yaşamaktan:)


Tam böyle kendi dünyama dalmışken gooool sesi yükseldi şimdi adadan.Baya kalabalıkların çıkardığı bir sesti bu zira bu hafta adaya 34.000 kişi gelmiş.Yorulan bünyelerimizi dinlendirmek,kimine göre eğlendirmek için.Ben şahsım adına payıma düşeni yaptım.Dinlendim,dinle-dim kendimi,yüreğimi ve içimden gelenleri yazdım.                                                                                                                                                                          

 2 eylül

27 Ağustos 2011

bayram yazısı:)





Üç saat sonra Balıkesir'e doğru yola çıkıyor olacağız.Evet sabahın dördünde!!Maalesef aşırı tez canlı bir babaya sahip olduğumuzdan bizde işler böyle yürüyor.Mesela pikniğe mi gidilecek saat yedide piknik alanında olunur falan.Hayat bize  bu anlamda biraz zor:)
Dokuz günlük tatil için yanıma abartıp 5 adet kitap aldım biraz daha kassam her güne bir kitap kampanyası başlatabilirdim:))Hiç gerçekçi olmayan bu tavrımla bakalım ne kadarını başarabileceğim:)Bu dokuz günlük süre zarfında sanırım internete giremeyeceğim için bayramınızı şimdiden kutlarım,umarım çok güzel geçer hepimiz için.Sevgilerimle...

21 Ağustos 2011

İstanbul Modern Sanat'a Yolculuk

Bu sakin pazar gününden herkese günaydın!
Bekletmeden bu yazıyı yazmam lazım ki üstünden zaman geçince bazı şeyler aklımdan gidebiliyor.Geçtiğimiz perşembe günü için bq ile sözleştik hem Kodachrome sergisini gezeriz hem de yeni yerler keşfetmiş onlara bakarız diye.Annem dedi ki ben de geleyim sizinle yoga saatime kadar hem görmüş olurum.Biz Kadıköy'den hareketle Karaköy, bq da Haydarpaşa'dan hareketle Karaköy'e geçti ve orada buluştuk.İlk durağımız olan İstanbul Modern'de meğerse bir de sürekli sergiler olarak nitelendirdikleri "Yeni yapıtlar,Yeni Ufuklar" kısmı varmış zaten en çok vakti burada geçirdik.Valla resim konusunda zırcahil olduğum için kendime notlar aldım yani buradan gerisini kendime hatırlatma yazdım.Geçebilirsiniz:)
Mesela 5 gerçekçi Türk Ressamı:Turgut Zaim-
 Pazaryeri  resmini kartpostal yapmışlar bunu da o gün Galata'da bir dükkanda buldum.


                 Nuri İyem - kendisi resimlerini görünce ona ait olduğunu anlayabildiğim yegane insan

Wikipedia'dan



Cihat Burak- harika bir resmi var "Ozanın Ölümü" adında Nazım Hikmet'i farklı şekillerde resmediyor.Çok etkilendim!

http://geceedebiyat.blogspot.com/2010/09/not-defteri-24.html 
Bu
resimle ilgili daha detaylı bilgi şu adreste http://www.sanalmuze.org/arastirarakogrenmek/sanat_yapiti_1.htm


Neşet Günal ve Nedim Günsur da diğerleri.Çok ayıp ediyorum sanki bu değerli sanatçıları öylesine geçiyormuş gibi olmak istemem ama bu tamamen bu konuyla ilgili cehaletimden kaynaklanıyor.

Yazı çığrından çıktı daha da defterimde notlar var haksızlık etmem istemem hiç birine en iyisi geri kalanları da bir dahakine yazayım.Çıkıştan önce son not bu da sergiden

      "Sevene sebebi,sevmeyene niyeti sorulmaz" Hüseyin Ertunç 'un resmi çok etkileyici

                                                         Mutlu Pazarlar...




11 Ağustos 2011

İmkansızın Şarkısı

Ne zamandır yazamıyordum ve bir daha hiç yazamayacakmışım gibi hissediyordum.Filmler izledim,kitaplar okudum gezdim anlatılacak şeyler bulunabilirdi ama demek ki yazabilmem için gerçekten çok etkilenmem gerekiyormuş.Ben uzun süredir beni bu kadar sarsıp içine alabilecek bir kitap okumamıştım.Bloglarınızda Haruki Murakimi'yi çok görmüştüm ve kendime bir iki ay önce İmkansızın Şarkısı'nı satın almıştım.Çünkü festivalde de bunun bir kitaptan uyarlama olduğunu görmüştüm ama okumadan gitmek istememiştim.Şimdi bugünlerde sinemaya geleceğini duyunca 8 ağustosta başladım okumaya ve az önce bitirdim.




Yaşadığım coğrafyadan bu kadar uzaktayken kendime bu kadar yakın hissedebilmem yazarın bunu hissettirebilmesi bence müthiş bir şey.Duyguların derinliği Vatanabe'nin adını koyamadığı tüm bu hislere karşı
asil davranışları,Midori'nin cesurca duygularını ifadesi,Reiko'nun tuhaf kaderi ve bilgeliği daha birçok güzel şey.Murakami bunun yanında pek çok kitap ve müzik veriyor alttan alttan.Hepsini tek tek not aldım.Kitapta geçen her bir müziği dinledim ama en çok da Jim Morrison'ı dinledim!Bir de kitapta geçmiyor ama ben okurken Ikuku Kawai'den Passion 'ı  dinledim çok iyi gitti.


Yarın filmini izlemeye gideceğim bakalım o nasıl bir etki yaratacak,şimdilik benden bu kadar...

20 Temmuz 2011

İki günde iki film

İzlediğim filmleri üstünden zaman geçince unutabiliyorum o yüzden son izlediğim iki filme dair birkaç küçük not düşmek isterim.İlki Desperado idi.Filminden önce müziğini bilirdim çok da beğenirdim izlemekse bugünlere kısmetmiş.Antonio Banderas ve Salma Hayek başroldeler.El Mariachi sevgilisinin intikamını almak için Bucho yu bulup öldürmek istemekte ve tüm bunlar olurken de kan gövdeyi tüm film boyunca götürmekte.
Bir de bu aslında bir üçlemenin ikinci filmiymiş.İlki 'El Mariachi,ikincisi 'Desperado' ve üçüncüsü 'Bir zamanlar Meksika'da'.Film kendini izletiyor çok akıcı,oyuncular süper ama adını koyamadığım bir yavanlık var filmde ya da ben bu tarzı çok sevmediğimden bilemiyorum.





Gelelim bugün izlediğim ikinci filmimize "My life without me".Bu filmin konusu çok klasik,ölmek üzere olan bir anne ölmeden önce yapmak istediklerini belirliyor ve uygulamaya koyuyor.Filmin beğendiğim yanları kadın kahramanın içsel konuşmaları ve kızları için kendi sesiyle doldurduğu doğum günü kasetleri.Oyunculuklar çok iyi gelmedi bana sanki herkes çok donuktu.Bu filmden bir kitap öğrendim.George Eliot'ın Middlemarch kitabı.İngiltere'nin içlerinde hayal ürünü olan bir kasaba ismiymiş Middlemarch.Baya övgü toplayan bir kitapmış.İdefix'ten baktım tükenmiş duruyor.Şimdilik bu kadar sevgilerimle efendim:)

15 Temmuz 2011

Durgun Don





Vakti zamanında eniştem tüm klasikleri büyük bir hevesle almış.Zamanla eşin dostun ufak tefek ödünç almalarıyla koleksiyon giderek küçülmüş ben bunu fark ettiğimdeyse neyse ki çok da geç olmamıştı hemen duruma el koyup kitapların hepsini eniştemden rica ederek (?!) aldım:)İşte bu kitap da taa lise çağlarımdan beri raflarımda durur durur da el sürmezdim.Ne zaman ki thalassapolis'in blogunda haziran ayında bu kitabı okumayı önerdiğini gördüm ve algıda seçicilik kazandım.Hemen başladım okumaya.Gördüm ki hem kitabım eski hem anlatılan zamanlar:)Bu da olaya ayrı bir güzellik kattı.Birinci dünya savaşı sırasında Rusya'nın Don Nehri yakınlarında yaşayan Don Kazakları'nı anlatıyor.Bunu da Gregor Melehov lar (Bazı yayınlarda Melekov olarak geçiyor) aracılığı ile yapıyor.Yeri gelmişken kitap çoğu yerde Durgun Akardı Don diye geçiyor bunun sebebini editör şöyle açıklamış:"O dönemde Sovyet edebiyatının yabancısı olan ve romanın konusu hakkında hiç bir bilgiye sahip olmayan İngiliz okurlarına hem "Don'un bir nehir olduğunu 'flows'(akar)
sözcüğünü ekleyerek açıklamak amacıyla hem de 'Sakin Don','Sessiz Don' ya da 'Durgun Don' gibi kısa bir adın ilginç gelmeyebileceği düşüncesiyle,İngiliz çevirmen çevirisinin ilk bölümüne romanın şiirsel yapısına uygun bulduğu 'Don nehri sakin akar',ikinci bölümüne de 'Don nehri vatanı olan denize akar' adını vermek gereği duymuştur."


Yani demek ki kitaba verilen isim son derece önemliymiş onlara göre.Halbuki birinci cilt okunmaya bir başlanılsa ismin çok da önemli olmadığı görülür.Çünkü hiç de gözümü korkuttuğum gibi değildi gayet akıcıydı.İkinci ve üçüncü ciltte açıkçası biraz sıkıldım çünkü cepheler,iç savaşlar çok yoğundu.Dördüncü ciltteyse yine beklediğim pembe dizi kıvamını yakaladım:)Ama bir çok hazin son oldu üzücüydü.Şimdi kitabın ilk cildinin ilk resmini ve son cildin son resmini koyacağım.Siz de görünce neler olduğunu anlayacaksınız ama tabi okumanız buna yeğdir:)


Son resim
İlk resim
                                            thalassapolis'a çok teşekkürler!



11 Temmuz 2011

Geçen günlerden kalanlar

Selam
Kaç gündür yazamadım çünkü inanılmaz hızla geçti!Bir sürü şey oldu irili ufaklı:)
Sırayla gidersek Willy'lerde kahvaltıdan sonraki ilk olayımız sanırım kınaydı.2 temmuza tekabül eden bugün de kuaför randevumu almış evimde oturuyordum kuzucuk aradı kına yerinin süslenmesi için ufak bir yardım gerekiyordu tamam deyip ona gittim.İki saate yakın sürdü randevuyu hemen iptal ettim tabi.Neyse iş bitti eve döndüm tam apartmandayım evimin kapısına gelirken annem kapının üstünde anahtarı unutarak çıktığını ve şu anda eve girmenin namümkün olduğunu söyleyince bir yandan cinler hemen tepeme doğru yola koyuldular sırf cinler olsa iyi fotodaki grili güzel de bize doğru yolda.Biz kapıda!!!Neyse ki dedem imdada yetişti ve durumu halletti de sakinleşebildim:)Ve hazırlıklara koyulduk.Sağolsun Willy her işime yardım etti:)Geçen yazıda bahsettiğim kına için yaptığımız şey buydu işte.Kafadaki şapkaya dikkat çok şeker şeylerdi.Hem fotodakiler hem de kafadakiler:)                                                                                                                                                      


Sonra ne mi oldu?Pazar günü sevgilim dedi ki adaya gidelim annemler çağırıyor.Çok güzel çok isterim ve fakat hiç hazır değilim randevu iptal edilmiş bir gün önce:)Hemen acil planlar yapıp organize olmaya çalıştık ve gerçekten de ayarlandık ertesi günü deniz otobüsünde bulduk kendimizi.Gitmeden terlik ve elbise alabildim acilen.Pazartesi akşam oradaydık.Çok güzel karşılandık,soframız hazırdı zaten hemen mangal yakıldı bir güzel yedik küçük bir ada turu attık ve yattık uyuduk.Ertesi gün deniz kum güneş akvaryum gibi sularda yüzdük ki bu bünyeye çok iyi geldi.Sonra yarım midye tava,midye dolma,bira ve mekanın sahibinden ikram helva ve yetmedi evet üstüne dondurma derken sevgilim akşama mide fesadı geçiriyordu nerdeyse!Neyse ki hemen nane limon,sıcak su kürleri atlattı.Ama bununla da bitmedi çünkü baba, karagöz balığı almıştı ve mangalda pişirilip yenilecekti yenmese olmazdı bir güzel onu da yedik.Yani desem bu üç gün boyunca acıkma duygumu hemen hemen hiç hissetmedim desem yalan olmaz.Tatilimizin son gününde mermerlerin çıktığı Saraylar Köyü'ne gittik.Burada maalesef acı bir tabloyla karşılaştık viran olmuş bir kilise içi hayvan barınağı haline getirilmiş.Çok kötüydü içinin fotolarını çektik ama sevgilimin makinesinde kaldı sonradan ekleyeceğim.Aynı şey yurt dışında olsaydı eminim büyük bir olay olurdu yada burada bir camiinin başına böyle bir şey gelmesi mümkün bile değil.

www.saraylar.bel.tr


Saraylar aslında güzel bir yer mermer çıkıyor buradan ve mermerlerden çok güzel heykeller yapmışlar ama inanın şu ayıptan sonra anlatasım gelmiyor.Ve tatilimizi gezilerle,güzel yemeklerle,candan sohbetlerlerle sonlandırdık.Döndüm ve koşturmacaya devam ettik.O da diğer yazıma kalsın,sevgiler:) 


                                                                                                                             



28 Haziran 2011

Willy'ler de kahvaltı

Blog dünyasını ilk keşfim güzel sofralarını yayınlayanların sayfalarını görmemle olmuştu.Sonra sonra blog dünyasının kocaman olduğunu ve kitap alma hızımla okuma hızımın aynı olmayışının bir tek bende olmadığını görüp mutlu olmuştum.Neyse konuyu çok dağıtmadan bugün yaptığımız kahvaltıya geliyorum.Bu güzel sofranın mimarı Willy:)Sağolsun süper bir sofra hazırlamış.Biz de hakkını verdik ne yalan söyleyeyim.Sildik süpürdük.Rejimler askıya alındı.Aramızdan bir kuş 10 gün içinde yuvadan uçacak olduğu ve düğününde hepimizin içine girmek istediğimiz ama fermuarlarla savaş verdiğimiz elbiselerimiz de olsa bana mısın demedik gidene kadar yedik:)



Tarçınlı kurabiye aynen hazır gibiydi.Kahveyle mükemmel uyuyorlar aslında iki üç günde bir yapacaksın evde kavanozda duracak hem ani misafire hem de süper bir atıştırmalık:)Tarifini aldım bakalım başarılı olabilecek miyim Willy gibi?

Bu resimde gözüken tül gelin adayımızın kınası için hazırladığımız şey.Hani kına yakıldıktan sonra el sarılsın diye.Onu da dün gece konfeksiyon işçisi edasıyla oturup bitirdik.Ama çok güzel oldu.Bitmiş halinin fotosu cumartesi kınadan sonra:)


 
Ve biz buluştuk mu oyunsuz olmaz.Tabudan sonra yeni sevdamız.Eğer tabu oynamayı seviyorsanız ve artık leb demeden leblebiyi anlayacak kıvamdaysanız Cranium imdada yetişiyor.Hamurdan heykeller yapma,ekip arkadaşını kukla gibi kullanma,gözün kapalı şekil çizme,şarkı mırıldanma gibi farklı farklı bölümleri var ve çok eğlenceli:)Oyunun açılışını  bizimle yapan Cansu arkadaşıma çok teşekkür ediyorum!


Ve bu akşam Ankara'ya gidiyorum hayatımda ilk defa yani küçükken düğüne götürmüşler ama hatırlamıyorum bile o  yüzden o sayılmaz.Gerçi sadece bir gün boyunca orada olacağım sevgilimin mülakatı için gidiyoruz umarım iyi geçer.Şimdilik bu kadar benden sevgiler...

27 Haziran 2011

Caramel

Bu film için harikaydı ,süperdi diyemem.Ama çok güzel vakit geçirdim.Tam bir kadın filmi.Kendi kendinize geçireceğiniz birbuçuk saatiniz varsa eğer tavsiye ederim.Film bir güzellik salonunda geçiyor.Burada çalışan dört kadının hikayesini anlatıyor.Bir de mahalledeki terzi kadınla dünyalar tatlısı huysuz şirin ihtiyar olan annesini.Klasik kadın hikayeleri ile dolu bir film.Ama çok sıcak samimi bir dille anlatılmış.Müzikler güzel.Bence mutlaka orjinal şekliyle izleyin türkçe dublajsız.

NADİNE LABAKİ

Yönetmeni Nadine Labaki aynı zamanda başrollerde.Çok güzel bir kadın.Filmini Beyrut'a adamış.Bizim NBC nin güzel ve yalnız ülkesine adadığı gibi.Film böyle nasıl desem hani kadın kadına toplanır ağda yaparsın,dert anlatırsın ya birbirine öyle bir film.Bence izleyin:)






25 Haziran 2011

İstanbul Akvaryum


Selam!
Cumartesi günü çok güzel bir yere gittik ve paylaşmasam olmaz:)Şöyle anlatayım önce buluştuk Hisar a gittik kahvaltı yaptık,hava sıcaklamaya başlayınca hadi artık kalkalım dedim olur kalkalım nereye gidelim diye sordu Bay G.Ben de fark etmez kapalı bir mekan olsun klima olsun dedim.Sürmeye başladı gittikçe gidiyoruz, hayırdır kaçırıyorsun galiba beni diyorum çünkü neredeyse havaalanına varıcaz! Derken İstanbul Akvaryum tabelaları gözüme çarptı.Aa dedim bak böyle bir yer var oraya gidelim.Tamam dedi girdik içeri,resepsiyondaki görevliden bilgi alıyoruz.Ücreti söyledi 29 TL ben de hm çok iyi o zaman başka zaman geliriz diye gitmeye yol alırken kızcağız size öğrenci yaparız diyor bu sırada sevgilim de parayı çıkarmış veriyor.Bu ayrıntıyı niye anlatıyorum çünkü sevgilimin amacı zaten bana süpriz yapmakmış herşey planlıymış yani:))Yani resepsiyondaki kızı tebrik ediyorum hadi ben boş bulunup ücretle ilgili renk verdim o da sağolsun çok candandı:)
Neyse sonuç olarak içeri girdik tabii hazırlıksız olduğum için foto makinem yanımda değildi hepsini telefonla çekebildiğim kadar çektim.Böyle 16 bölgeye ayırmışlar.Karadeniz'den başlıyorsun gezmeye en son da yağmur ormanları var.He buarada içeride çok güzel bir Sütiş var hani soluklanmak isterseniz.Yalnız burayla ilgili çok saçma birşey zaten girişe o kadar para alıyorlar otopark da ücretli,gereksiz.Çalışanlar çok güleryüzlü yeni açıldığı için olabilir tabi:)



Bu çok hızlı yüzdüğü için hiç yakalayamadım vatoz



Bu tipsiz gerçekten de orada:)

Denizler,depremler ve atların tanrısı Poseidon

Denizatları ters düz demeden öyle sarmışlar kuyruklarını duruyorlar,Çin de şifa için kullanıyorlarmış




Bunu her çevirişte Süveyş Kanalı ile ilgili bir bilgi veriyor

İşte o bilgilerden biri




Şu sağda gözüken şey gerçekten de buz altında yazmasına rağmen nedense inanmayarak dokundum ve  irkildim:)


Dostlar korkmayın İstanbul'da güvendeyiz sular ancak bu kadar yükselince İstanbul da gidiyor


Yağmur ormanlarından bir bölüm buranın iklimini aynen oralar gibi nemli ayarlamışlar çok durulmuyor.




Şimdi ilginç birşey oldu ben odamda bu yazıları yazarken haberlerde Başbakan buranın açılışını yapıyordu ve 3 gün ücretsiz olduğunu söyledi.Ne diyelim bence güzel bir fırsat.Mutlu hafta sonları diliyorum herkese...